Mayıs 2023 tarihinde gerçekleşen Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri ve Cumhurbaşkanı seçiminden sonra ekonomi yönetiminin iki kanadında önemli değişiklikler oldu. Maliye politikasının yürütüldüğü Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın başına ortodoks iktisat politikalarına yakınlığı ile bilinen Mehmet Şimşek getirilirken, para politikasının yürütüldüğü TCMB’nin başına ise ABD’de başarılı bir bankacı olarak tanınan Hafize Gaye Erkan ve ortodoks politikalara yakın iktisatçılar getirildi.
Mehmet Şimşek görevine başladıktan sonra yaptığı açıklamada rasyonel ekonomi politikalarına geçileceğini ilan etti. Bu açıklamayı müteakiben Türk Lirası’nın yabancı paralar karşısında değer kaybettiği, doların TL. karşısındaki değerinin 3 ay içinde 20 TL. civarından 27 TL.’ye yükseldiği görüldü. Sonrasında ise kurun enflasyonun altında bir hızla artmasına izin verildi.
Rasyonel dönemde ön plana çıkan bir başka politika ise TCMB’nin temkinli ve zamana yayarak politika faizini artırması oldu. Haziran 2023’te yüzde 8,5 olan politika faizinin yüzde 50’ye çıkarılması yaklaşık bir yıl sürdü. Bununla birlikte, Haziran 2023’de yüzde 38 civarında olan enflasyon Mayıs 2024’te yüzde 76’ya yükseldi. Bu durum ekonomi yönetiminin çok yavaş hareket etmesinin bir sonucu olarak değerlendirilmekte. Önümüzdeki aylarda enflasyonda başlayacak düşüşte para politikasının rolünün sınırlı olduğu ve asıl düşüş nedeninin baz etkisi olacağı ileri sürülmekte.
Özellikle TCMB’nin rezervlerinin düşük olmasının yarattığı kaygılara paralel olarak Mehmet Şimşek’in ve Hafize Gaye Erkan’ın yurt dışından döviz akışı sağlamaya yönelik girişimleri oldu. Arap ülkelerine, Avrupa ve ABD’ye yapılan ziyaretlerde yatırımcıların Türkiye’ye yönelmesi için yoğun çabalarda bulunuldu. Döviz kazandırıcı faaliyetlerden elde edilen dövizin önemli bir kısmının TCMB’ye satılması ve Kur Korumalı Mevduat uygulaması gibi olağandışı yöntemler sürdürüldü.
Sıcak para politikası
Genel seçimlerden sonra hızla 27 TL.’ye çıkan dolar, bu hızlı yükselişten sonra TL. karşısında enflasyon oranının altında bir hızla yükselmesi nedeniyle 31 Mart yerel seçiminden önce ancak 32 TL. seviyesini görebilmişti. Halbuki, genel olarak beklentiler yerel seçimden sonra da bir devalüasyon yapılacağı yönündeydi. Yani 32 TL. olan dolar kurunun yerel seçimden sonra aşağı yukarı 40 TL.’ye çıkması bekleniyordu. Böyle bir gelişme olmadı. Yerel seçimlerden sonra dolar 32 TL. civarında kalmaya devam etti.
Genel ve yerel seçimlerin geride kalması, kurun neredeyse sabitlenmesi ve politika faizinin yüzde 50’ye ulaşması sonucunda Türkiye’ye döviz girişinde bir hızlanma başladı. Buna paralel olarak brüt rezervler artarken net rezervler de eksiden sıfır düzeyine yaklaştı. Bu durum seçim sonrası devalüasyon olmamasında olduğu gibi şaşırtıcı olarak karşılandı kimi çevrelerce. Bununla birlikte, biraz daha yakından bakıldığında ekonomi teorisine ters bir durum yok gibi gözüküyor. Politika faizine paralel olarak artan mevduat faizinden yararlanmak isteyen yabancı yatırımcı, örneğin, 1 milyon dolar getiriyor bununla 32 milyon TL. alıyor. Elindeki TL.’yi üç ay faizle mevduata yatırdığında 4.8 milyon TL. faiz elde edebiliyor. Üç ay sonunda kurda fazla bir değişiklik olmamışsa eline geçen 36.8 milyon TL.’yi (32+4.8 milyon TL.) yeniden dolara çevirip, 1.15 milyon dolarını alıp (150 bin dolarlık kazançla) ülkeden çıkabiliyor. Bu, yabancı yatırımcı için olağanüstü avantajlı bir yöntem. Aslında carry trade diye de bilinen yöntem çok kârlı olduğu için döviz hesaplarını bozan yerli yatırımcılar da bu yolu izlemeye başladılar.
Rasyonel politikalara geçildiğinin ilanından yaklaşık bir yıl sonra sıcak para girişinin başlaması ekonomiye kısa dönemli olarak nefes aldırmış olabilir. Bununla birlikte, söz konusu gelişme yeni endişeleri de beraberinde getirmekte. Öncelikle, carry trade düzeninin devam edebilmesi için kurların TCMB tarafından kontrol altında tutulması gerekiyor. Bu da yine piyasa mekanizmasına müdahale anlamına geliyor. Bu kadar hızlı gelen dövizin herhangi bir etkenle hızla geri yurt dışına kaçabilmesi olasılığı ise bir devalüasyon riskini gündeme getirmekte. Diğer taraftan, satılan çok miktarda döviz piyasada TL. bolluğu yaratabilmekte, bu para arzını artırmakta ve enflasyonla mücadeleyi zorlaştırmakta. Kurun sabit kalması ithalatın artmasına yol açarken, ihraç ürünlerinin rekabet gücünü azaltabilmekte. Yaz aylarında turizmin ülkeye giren dövizi bollaştırması nedeniyle carry trade’in sürdürülmesinde bir problem beklenmese de yaz sonundan itibaren gelişmelerin daha dikkatle izlenmesi gündeme gelebilecek.
Kamu maliyesi, büyüme, enflasyonla mücadele
Kamu maliyesinde geçen mayıs ayında kamuoyunda ön plana çıkan sorun tasarruf tedbirleriydi. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek kamuda tasarruf tedbirleri ile ilgili olarak neler yapmak istediklerini anlatan bir sunum yaptı. Kamuoyunun bu konuda fazla bir umudu yoktu ve bu umutsuzlukta haklılık payı olduğu bazı bakanların özel uçaklarla ortalıkta dolaşmasından anlaşılabilmekte. Bütçe açığının ve borçlanmanın GSYH’ya oranı anlamında bir mali disiplinden bahsedilebilse de kamu harcamalarının çok verimsiz olduğu gözle görülebilen bir gerçek. Bu durumun değişmesi için bir zihniyet değişikliğine ihtiyaç var. İktidar da muhalefet de devlete ödenen vergilerin her kuruşunun en etkin şekilde harcanması gerektiğini öğrenmek zorunda. Mevcut koşullar altında bir değerlendirme yapıldığında ise böyle bir zihniyet değişikliğinin yıllar alabileceği söylenebilir.
2024’ün ilk çeyreğinde Türkiye ekonomisi yüzde 5.7 büyüdü. Büyümede inşaat sektörü başı çekerken hane halkı tüketim harcamalarının (yüzde 7.3 artışla) büyüme de önemli ağırlığının olduğu görüldü. Enflasyonla mücadelenin sürdüğü bir ülkede böyle bir büyüme aslında enflasyonla o kadar da mücadele edilmemiş olduğu izlenimi yaratıyor. Bilindiği gibi, bu yılın ilk çeyreği yılın ilk gününden 31 Mart’a kadar olan ve yerel seçime giden üç ayı içeriyor. Seçim, harcamaları ve dolayısı ile büyümeyi artıran önemli bir faktör oldu. Buna karşın ikinci çeyrekte içerde tüketimdeki artış hızının azalması bekleniyor. Yılın ikinci yarısında hükümetin asgari ücret zammı konusunda yerel seçim öncesindeki kadar cömert olmayacağını tahmin etmek zor değil. Bu durum diğer ücretlere ve emekli maaşlarına da yansıyacaktır. Talebin düşürülmesi suretiyle enflasyonun aşağı çekilmesinde bu konularda verilecek kararlar önemli olacak.
Ekonomi yönetiminde hala ABC aşamasındayız
Türkiye ekonomisinde bazı dengelerin yavaş da olsa yerine oturduğu söylenebilir. Ekonomi yönetimi ekonomiyi bilenlere kendisinden önceki yönetime göre daha fazla güven verebiliyor. Bununla birlikte böyle büyük nüfusu, derin bir devlet geçmişi olan, kritik bir coğrafyada bulunan Türkiye’nin bundan daha fazlasına ihtiyacı var. Türkiye sürekli günü kurtaran, iki yakasını bir araya getirmekte zorlanan ve saçmalıklarla kafaların karıştığı bir ülke olmaktan çıkmak zorunda. Ekonomide rasyonelliğin hâkim olacağına söz verilen bir ülkede Rwanda ile turizm anlaşması yapmak ne kadar rasyonel olabilir? Ya da kamuda tasarruf tedbirlerinin gündemde ilk sıralarda olduğu bir ortamda bir bakanın özel uçakla seyahatin tarifeli uçakla seyahatten daha ucuz olduğunu ileri sürmesi rasyonellikle ne kadar bağdaşır? Bu koşullar altında en temel makroekonomik dengeleri yerine oturtmak ve bunu sürdürülebilir hale getirmek yıllar sürebilir.
Daha öncede belirttiğim gibi sadece Mehmet Şimşek ve TCMB’nin rasyonel davranması Türkiye ekonomisini kurtarmaz. Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı’ndan “Yok artık!” dedirten haberler gelmeye devam ettiği sürece Türkiye ekonomisinin gündemi asgari ücret, emekli maaşları, dolar kuru, enflasyon tartışmalarından ibaret kalmaya mahkûm kalacaktır.