Türkiye’nin deneyimli bankacılarından QNB Finansbank Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Aras, son dönemde izlenen ekonomi politikalarının para piyasalarına yansımasını Gazete Oksijen’den Elif Ergu Demiral’a değerlendirdi.
Enflasyondan, döviz kurlarına kadar açıklamalarda bulunan Aras, yabancı sermayenin yavaş yavaş Türkiye’ye yöneldiğine dikkat çekti. Aras röportajda şunları söyledi:
Son dönemde değişim olduğunu hissediyorum
“Yabancı yatırımın bir ülkeye gelmesi için İngilizce tabiriyle “story” dediğimiz, o ülkenin bir hikayesinin olması lazım. 2004 yılında Türkiye’nin çok güçlü bir hikayesi vardı. Türkiye AB üyeliğine aday gösterilmiş, sıkı bir para ve maliye politikası uygulayan, güçlü ekonomiye geçiş programını sürdüren bir ülkeydi. Aynı zamanda penetrasyonu düşük bir bankacılık sektörü vardı önümüzde. KOBİ bankacılığı emekleme devrindeydi, hatta yok denecek kadar azdı. Bireysel bankacılık da aynı şekilde. Bu potansiyele ek olarak düşen enflasyon ve mali disiplin, Türkiye için çok güzel bir hikaye yarattı. Bu hikayeyi satın alan bütün yabancılar Türkiye’ye adeta akın ettiler. Bunun sonucunda da piyasadaki bütün bankaların da diğer şirketlerin de değerlemeleri yükseldi talep yükseldiği için. Bu şekilde de gitti. Bugün ise Türkiye’deki son dönemdeki gelişmelere baktığımızda farklı bir durum görüyoruz. AB’yle ilişkilerimiz eskisi gibi değil. Türkiye’de bankacılık sektörü bayağı ciddi oranda penetre edilmiş vaziyette. Regülasyonlar oldukça artmış vaziyette ve çok sık değişiyor. Bu da bir belirsizlik ortamı yaratıyor. Ve bunların içerisinde de en önemlisi belki de yükselen enflasyon. Yüksek enflasyon ve faizler piyasadaki genel öngörülebilirliği azalttığı için Türkiye’ye olan iştah düştü. Reyting şirketleri de önemli. O dönemde reyting şirketleri “yatırım yapılabilir” seviyede görüyordu Türkiye ekonomisini. Düşen bir enflasyon vardı. Kontrol altına alınan bir büyüme ve gayet sağlıklı bir yapı vardı. 2004 -2006 yılları civarında. Bugün ise durum biraz farklı, fakat son dönemde tekrar burada bir değişim olduğunu hissediyorum.
Birinci önceliğimiz enflasyon olmalı
Seçimler oldu, ekonomi yönetimi değişti… Değişim başladı diye düşünüyor musunuz?
Son cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra uygulanan politikalarla Türkiye tekrar doğru yönde adımlar atmaya başladı. Her ne kadar enflasyonumuz çok yüksekse de birinci önceliğin enflasyon olduğunda herkes mutabık. Dolayısıyla bu konuda ciddi adımlar atılıyor. Bir de seçimsiz döneme girdik. Yerel seçimlerin sonucunda muhalefet iyi bir başarı elde etti. İktidar da aynı şekilde yoluna devam ediyor. Dolayısıyla bu ikili yapı sağlam bir şekilde, yani politik polemiklere fazla girmeden ekonomi yönetimine de destek verdiği takdirde bence iyi bir döneme doğru evrilme ihtimalimiz oldukça yüksek. Bunun ilk sinyallerini görüyoruz. Son birkaç haftadır bile yabancılarda Türkiye’ye karşı çok ciddi bir iştah hissediyorum.
Reyting şirketlerinden not artırımı bekliyoruz
Bu programı taviz vermeden sonuna kadar uygulayabilecek mi ekonomi yönetimi?
Uygulayacaktır diye tahmin ediyorum. Çünkü ekonomik programdaki kararların sonuçları öyle hop diye çıkmıyor. Yani bugün yükselen faizlerle enflasyon yarın düşmüyor. Ama düşecek. Bunu mutlaka göreceğiz. Son çeyrekte özellikle çok daha iyi neticeler alınacağına inanıyorum. Ve bu noktaya geldiğimizde de bir güven duygusu oluşmaya başlayacak, hem ekonomik programa hem de ülke genelinde. Tabii bu kez pozitif bir sarmala gireceğiz ve mesela reyting upgrade’leri bekliyoruz. Dolarlaşan ekonomimizin TL’leşmesi gerçekleşecek bu faizlerle.
Beklenti var. Goldman Sachs başta olmak üzere yabancı kurumlar “TL güçlenecek” diyor.
TL’ye dönüş olacak bu faizlerle. Merkez Bankası belki faizi biraz daha arttırabilir ama özellikle seçim öncesi yapmış olduğu 5 puanlık artışla yurtiçi ve yurtdışı bütün piyasalara çok ciddi bir mesaj verdi. Kararlılığını ve buradaki inancını gösterdi. Hükümet ve Cumhurbaşkanlığı da bunun arkasında durdu, desteklerini açıkladılar. Dolayısıyla Türkiye bu anlamda önemli bir adım atmış vaziyette. Bunun devam ettirileceğini düşünüyorum. Sonuçlar olumlu geldikçe de inanç artacak ve bu böyle devam edecek.
Özellikle yerel seçimlerde ve sonrasında çok konuşuldu, konuşuluyor. Bazı kararlar biraz ertelendi diye. Vergi oranlarının arttırılması, bireysel kredilerin ve kredi kartlarının baskılanması gibi…
Krediye ulaşım zorlaşacak
Enflasyonu kontrol etmek için ekonomiyi mutlaka biraz soğutmak gerekiyor. Ekonomiyi soğutmak demek ekonomik aktiviteyi azaltmak, büyümeyi yavaşlatmak. Şu anda birinci çeyrek çok hızlı geçti. Beklentilerin ötesinde hızlı bir ekonomik büyüme var. Yüzde 2’ye yakın bir büyümeden bahsediyoruz, bu yüksek bir büyüme. Bunun yavaşlaması gerekiyor. Yükseltilen faizlerin etkisiyle bu yavaşlamayı göreceğiz, bu zaman alıyor. Krediye ulaşım biraz zorlaşacak. Yani bireylerin krediye ulaşımı, KOBİ’lerin, bütün şirketlerin… Geçmişte, negatif reel faiz döneminde herkes çok rahatlıkla borçlanabildi ve işlerini çevirdi. Şimdi kredilerde bir sıkışma göreceğiz. Çünkü faizler yükseliyor, krediler pahalılanıyor. Dolayısıyla herkes almak istemeyecektir.
Ekonomide bir yavaşlama olacak ve bu sağlıklı aslında, olması gerekiyor. Enflasyonu bu şekilde kontrol edeceğiz. Fakat tabii bunun bir yan etkisi olabilir: Geçmişte çok borçlanmış, krediler nasıl olsa ucuz diyerek biraz hesapsızca borçlanmış şirketlerin o borcu çevirmekte zorlanabileceğini biliyoruz. Bu da tabii bankacılık sektörüne sorunlu kredilerde artış olarak yansıyabilir. Bankalar da buna hazırlıklı.
Borcu yüksek olan şirketler sıkıntı yaşayabilir
QNB ilk 10 banka içinde Türkiye’de. Büyük şirketler ve KOBİ’leri iyi gözlemliyorsunuz. Özellikle şu son dönemde yaşananlarla ilgili bir olumsuzluğa gidiş tablosu görüyor musunuz yoksa normal seyrinde gidiyor mu reel piyasa?
Şirketleri ikiye ayırmak lazım. Bunların içinde öz kaynağı güçlü olanlar var. Onlar da bu yavaşlamadan tabii etkilenecekler ama çok rahatlıkla absorbe edebilecek finansal güçleri var. Bazı şirketlerin ihracat potansiyeli çok fazla. Bu kesim de hemen yurtdışına yönelerek Türkiye’deki talebin daralmasıyla olacak satış düşüşünü kompanse edebilecekler. Fakat borcu yüksek olan ve tamamen iç piyasaya yönelmiş şirketlerde de satışların düşmesiyle finansman giderlerinin artacağını düşünüyorum. Dolayısıyla o şirketlerde bir sıkıntı olabilir.
Döviz alalım fikrinden uzaklaşılıyor, TL güçlenecek
En çok konuştuğumuz konu hayat pahalılığı. Diğer taraftan da tasarruf açısından “TL güçlenecek” dediniz. Tasarruflar bu dönemde nasıl değerlendirilmeli?
Burada olaya çok basit bakmak lazım. Yerel seçimlerden önce dövize büyük bir talep oldu. Merkez Bankası müdahale etmek zorunda kaldı. Yaklaşık 20 milyar dolara yakın rezerv satıldı ki döviz belli bir seviyede tutulabilsin diye. Bu talepin ana sebebi Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi baskı altında olan kurun seçimden sonra serbest bırakılması ve yükselme yaşanmasıydı. Bu nedenle “Bu seçimden sonra da böyle bir artış olur, biz gidelim döviz alalım” fikri oluştu yatırımcılarda. O zaman da dilimizin döndüğü kadar söylemeye çalıştık, “Ya böyle bir şey olmayacak” diye. Çünkü faizler artık o seviyede değil.
Faizler gerçekten denge seviyesine gelmiş vaziyette. “Kurda öyle büyük bir artış beklemiyoruz” dedik. Nitekim seçimden hemen sonra bu fark edildi. Ve herkes dövizini bozdurmaya başladı. Ciddi ciddi bir TL’ye geçiş var. Ben bugün bana soranlara önümüzdeki dönemde -zaten Türkiye’de yatırımcılar üç ay ila maksimum altı ay bakıyorlar-, bu süre zarfında TL’ye yatırımın çok daha karlı olacağını düşünüyorum. Dolayısıyla dövizden TL’ye geçişi de şu anda hissediyoruz. Bu ekonomi için de çok sağlıklı. Kur Korumalı Mevduat’tan kurtulmamız lazım. Hakikaten büyük yük oldu. Merkez Bankası bilançosuna ciddi zararlar yazılmasına yol açtı. Bunun artık geride bırakılması lazım ve bunu ekonomik olarak çözmek de faizle oluyor. Faizler belki bir çıt daha yukarı gidebilir. Merkez Bankası’nın kararları kesinlikle TL’yi özendirecek ve insanlar yatırımlarını çevirecekler. Gerek şirketler gerek bireylerden söz ediyorum.”