Bugün konunun doğası gereği ayrıntıların daha net anlaşılması ve sürecin kafalarda daha net şekillenebilmesi sebebiyle biraz uzun bir yazı yazmak zorunda kalacağım, sıkarsam şimdiden affola.
Bugünkü konumuz “borsaya gelen yabancı kalıcımı yoksa değil mi” olacaktı fakat bunu anlatabilmek için konuyu taaaa 2014’e kadar götürmem gerekiyor. Sanırım yazının uzamasının sebeplerinden birisi de bu olacak. O zaman sizleri fazla sıkmadan konunun özünden de uzaklaşmadan başlayayım yolculuğumuza;
Yapacağımız yolculukta esas konu enerciiiiii ve bu enerji savaşlarında rol alan Rusya, ABD, NATO, AB, İsrail, Kıbrıs, Kazakistan, Azerbaycan, İran, Mısır, Yunanistan, Libya ve Türkiye. Enerji ile borsadaki yabancının ne işi var derseniz az sabır oraya da geleceğim ama önce alt yapıyı oluşturmam şart.
Önce Ukrayna ile başlayalım işe ama biraz daha geriden. NATO ve AB’nin genişleme politikaları kapsamında ilk hedefleri olan Ukrayna’yı kulübe katmak ve “Demokratikleştirmek” çalışmaları kapsamında ABD 1991-2013 yılları arasında Ukrayna’ya Mearsheimer’e göre 5 milyar dolar kaynak aktarılmıştır. Bu çabalar da 2004 seçimlerinde halk arasındaki tabiri ile Turuncu Devrim’de etkisini göstermiştir. Ne ilginç rastlantıdır ki, o seçimlerde de seçime itiraz eden iki bölge “Donetsk” ve “Lugansk” olmuştur. Bu batılılaşma veya batıya yaklaşma çabalarını riskli gören Rusya 2014 yılında ilk adımı atarak Kırım’ın ilhakı ile uzun sürecek bir enerji savaşının ilk fitilini ateşlemiştir.
Diğer taraftan Putin’in 2007’de Münih Güvenlik Konferansında Tek kutuplu dünya düzeni bitmeli artık” diyerek niyet beyanı yapmış ve beyanını da önce Kırım sonra da Ukrayna krizleri ile hayata geçirerek dünyadaki kutuplaşma için katalizör etkisi yaratmıştır.
2005 ve 2009’da iki sefer Ukrayna ile Rusya arasında yaşanan gaz krizleri sebebiyle kısıtla da olsa enerji arzı ile ilgili yaşanan sorunları gören NATO, krizin büyüyeceğini de öngörerek 2006 Riga Zirvesinden 2010 Lizbon Zirvesine kadar bu konuyu tartışmıştır. 2010 Lizbon zirvesinde Yeni Stratejik Konsept ile İttifakın ilk enerji güvenliği tanımı ortaya konulmuştur. Lizbon bildirisinde; enerji güvenliği ulus ötesi tehditlerden biri olarak tanımlanmış ve enerji arzının güvenli, sürekli olması, arz yollarının, arzı sağlayan ülkelerin/kaynakların çeşitlendirilmesi ve enerji şebekeleri arasında sürekli bağlantıların tesis edilmesi olarak ifade edilmiştir.
Churchill’in I.Dünya Savaşı öncesi enerji güvenliği ile ilgili söylemiş olduğu “çeşitlilik, yalnızca çeşitlilik” sözü, 1973 petrol krizi ve sonrasında Ukrayna-Rusya krizinde doğruluğunu bir daha ispatlamış ve hem AB’yi hem de NATO’yu yeni arayışlara itmiştir.
2006 Riga Zirvesinde yavaş yavaş dillendirilen enerji arzının kısıtlanması riski Ukrayna Rusya savaşına gelindiğinde tam 16 yıl sonra öngörüleri haklı çıkartmıştır. Rusya’nın AB’ye ihraç ettiği gazın %95’inin Ukrayna üzerinden geçmesi ve Rusya’nın Ukrayna’yı AB’ye giden gazı çalmakla suçlaması sonucu kesintiye gitmesi gibi sebeplerle, 2022 yılından itibaren enerji çeşitliliği hem enerjinin üretildiği kaynak hem de tedarik çeşitliliği anlamında çok konulardan birisi olmuştur.
Her ne kadar pandemi sürecinde enerji tüketimi azalmış gibi görünse de 2013 sonrası olduğu gibi 20201 ile enerji tüketimi ciddi oranda artış göstermiştir. Enerji talebinin bu kadar artış gösterdiği dönemde Ukrayna-Rusya savaşı ile birlikte ciddi oranda bir enerji krizi yaşanmaya başlanmış ve bu süreç ile birlikte alternatif arayışları hız kazanmıştır
Avrupa’nın başta sanayide kullandığı enerji olmak üzere, toplam enerji ihtiyacının büyük oranda Doğal Gaz ve Petrol’den karşıladığı göz önüne alındığında, enerji çeşitliliğinin bu kaynaklara yönelik olarak araştırılması gerektiği doğal olarak ortaya çıkmaktadır.
Her iki enerji kaynağına da ayrı ayrı baktığımızda; petrolde arz kaynağı çeşitliliğinin sağlanmış olmasın karşın doğal gazda AB’nin Rusya’ya bağımlılığı net olarak görülmektedir.
Özellikle ağır sanayi için ihtiyaç duyulan doğal gazın LNG ile karşılanmasının hem maliyetli hem de etkin olmadığı, Norveç tarafından ihtiyacın yaklaşık %33’ünün boru hattı ile karşılanabildiği göz önüne alındığında AB’nin Rusya’ya bağlılığı net olarak ortaya konmuş olmaktadır.
Yenilenebilir enerjinin genel enerji ihtiyacını karşılayacağı algısına karşı olarak, en az 25 yıl daha fosil yakıtların ana enerji kaynağı olacağı BP tarafından hazırlanan raporda da net olarak belirtilmiştir.
Buraya kadar belirtilen hususların kısaca üstünden geçersek;
– Enerji çeşitliliğinin AB için hayati öneme haiz olduğu
– NATO’nun Lizbon Zirvesinde karar almasına karşın Ukrayna-Rusya savaşı sürecinde meydana gelen enerji arzı kısıtlamalarına tepkisiz kaldığı,
– Uzun bir süre daha başta doğal gaz olmak üzere fosil yakıtlara bağımlılığın devam edeceğinden yola çıkarak AB’nin içinde bulunduğu sorun yumağından sorunsuz olarak çıkmak istediği tezi güç kazanıyor.
İşte buraya kadar olanlar durum tespiti içerirken artık bundan sonrası biraz analiz ve yorum giriyor işin içine. Öncelikle AB’nin enerji çeşitliliğindeki alternatiflere bakalım;
Önemli olan boru hattı ile doğal gazın taşınmasının sağlanası olduğu dikkate alındığında, Gasprom kontrolünde bulunan Kuzey Akımın alternatifleri, mevcut kaynaklar Hazar Havzası, Irak, İran ve hali hazırda rezerv konusunda netlik kazanmamakla birlikte Hazar Havzasına yakın rezerve sahip olduğu değerlendirilen Doğu Akdeniz Havzası ile kısıtlıdır.
Özellikle Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de mevcut kaynağın Avrupa’ya taşınması için planlanan Kıbrıs, Girit, Yunanistan rotasının izlenecek olduğu EASTMED boru hattı projesinin, Libya ile Türkiye arasında imzalanan Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) Anlaşması ile kanuni olarak işletilemez hale gelmiştir. Projenin paydaşları olan Mısır, İsrail, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Yunanistan projenin işletilmesi için girişimlerde bulunmalarına karışın Aralık 2022’de ABD’nin projeden desteğini çektiğini açıklaması sonrası proje zorunlu olarak rafa kaldırılmıştır.
Konunu çok ayrıntısına girmemekle birlikte; Libya MEB anlaşmasının yürütülebilmesine karşılık, Libya’da Hafter Güçlerinin konumu ve yaptıkları, Wagner’in bu süreçteki rolü ve Sirte Limanına Rus güçlerinin üslenmesi gibi konularda Türkiye ile Rusya’nın dirsek temasında olduğunun da göz ardı edilmemesi konunun bütünlüğü anlamında önem taşımaktadır.
EASTMED projesinin de rafa kalkması sonracı enerji arzının çeşitlendirilmesi konusunda çıkmaza giren AB için artık tek yol kalmıştır, Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı Projesi (TANAP) ile Trans Atlantık Borı Hattı Projesi (TAP) entegresi ile yeni yaratılacak hattın hayata geçirilmesidir.
Yeni hattın kaynağının Hazar Havzası, İran, Irak ve daha sondaj çalışmalarında netice alınmasa da Akdeniz Havzası olduğu dikkate alındığında, TANAP-TAP entegrasyonlu yeni hattın Rusya’nın onayı veya desteği olmadan yürütülmesinin mevcut şartlarda mümkün olmadığı aşikardır.
Diğer taraftan, Putin’in 12 Ekim 2022 tarihinde Moskova’da gerçekleşen Rusya Enerji Haftası toplantısında “Avrupa’nın en büyük gaz merkezini Türkiye’de oluşturarak, doğal gazımızın tedarikçilerinin Avrupa’ya olan ana rotalarını Türkiye üzerinden geçirebiliriz. Elbette ortaklarımız bununla ilgilenirse” diyerek konuya sıcak baktığına ilişkin yeşil ışığı yakmıştır.
Kafalarda, şimdi de Rusya zaten Avrupa’nın sırtını yere getirmişken niye böyle bir teklifi masaya koydu sorusu oluşmadan, onu da neticelendirip sonuca ulaşalım.
Spkyman’in Kenar Kuşak Hakimiyet Teoremi basit anlatımı ile; Dünyanın Kalbi (Heartland) olarak tanımlanan bugünkü Rusya coğrafyasının kuşatılarak kendi sınırları içerisine hapsedilmesini öngörmektedir
NATO’nun son dönem genişleme politikasına bakıldığında da bu Teorem çerçevesinde hareket edilerek Rusya’nın Avrupa ile bağının kısıtlanmasına yönelik adımlar atıldığı görülmektedir
22 yıldır hükümette olan Putin Mart 2024’de yapılacak seçimler öncesi genel görüntüye bakıldığında; Ukrayna savaşının başında dile getirilen Rusya ekonomisinin mahvolacağı ve Putin’in iktidarını kaybedeceği gibi uçuk söylemler, Putin’in nükleer silah ve enerji koridoru kozlarını masaya zamanında koyması ve caydırıcı bir şekilde kullanması ile boşa düşmüştür. Düşünülenin aksine Ukrayna’daki savaşı ve Wagner krizi sonrası Putin’in büyük bir halk desteğine sahip olarak iktidarı kontrol etmektedir. Bu kapsamda; Mart 2024 seçimlerinden de galibiyetle çıkması sürpriz olmayacaktır.
Putin’in 2007’de gündeme getirdiği çok kutuplu dünya düzenine geçişin sağlanmasına yönelik olarak, Çin ve İran ile her alanda ortaklık artmış, Pekin’in başını çektiği Batı kurumlarına alternatif BRICS gibi yapılanmalara etkin katılım gösterilmiş olmasın karşın, bu yapının taşlarının yerine oturmasına kadar geçecek zamanda, mevcut dengeleri gözeterek ekonomik ve siyasi süreçleri yürütmesi önem arz etmektedir.
Toplam dış ticarette Avrupa’nın payı 282 milyar, Çin’in de dahil olduğu Asya Pasifik bölgesinin payı ise 228 milyar dolar, ABD ile dış ticaret 43 milyar dolar seviyesindedir. Türkiye’nin Rusya ile toplam ticaret hacmi 33 milyar dolar seviyesinde kalmaktadır. Ardından gelen Afrika’nın Rusya ile toplam dış ticareti 14,5 milyar dolar seviyesindedir. Görüldüğü üzere dış ticaret konusunda ciddi anlamda çeşitliliği bulunmakta ve Asya Pasifik bölgesindeki ticareti sayesinde AB veya Amerika tarafından uygulanacak yaptırımlardan da ciddi anlamda etkilenmeden süreci yürütebilmektedir.
Kısacası belirtmiş olduğum tüm hususlardan çıkarılacak en önemli fikir, uluslararası ilişkilerde DENGE ve KARŞILIKLI ÇIKAR ORTAKLIĞININ artık vazgeçilemez unsur olduğudur.
Rusya ve Türkiye arasında Suriye, Azerbaycan, Libya üzerindeki karşılıklı çıkar ortaklıklarına artık Ukrayna savaşı ile birlikte, AB, Mısır, İsrail, Kıbrıs, İran ve Yunanistan ‘da zorunlu olarak dâhil edilmiştir.
Bu süreçte, Kardeşim Esat/Hain Eset/Suriye Devlet Başkanı Esat, Darbesi Sisi/Devlet Başkanı Sisi, Artık benim için Micotakis diye birisi yoktur/ Aralık 2023 çözüm ortağım Micotakis ve benzeri söylemlerin hepsi bu değişikliğin ve ortaklığın göstergesi ve zorunlu adımlarıdır.
Mevcut enerji kaynaklarının alternatifinin yaratılmasına yönelik olarak hem AB hem de Rusya için çok büyük önem taşıyan TANAP ve TAP projeleri, Putin’in söylemleri ve uluslararası alanda devlet liderlerinin attığı adımlar göz önüne alındığında Türkiye’nin büyük bir projenin en etkin oyuncusu olarak rol alacağı görülmektedir.
Buna ilave olarak geçmiş dönemde izlenilen ve mevcut maliye para politikalarını yönetenlerce de irrasyonal olarak nitelenen eski ekonomi modelinden vazgeçilerek yeni model ile rasyonelleşme adımlarının atılmaya başlanmıştır.
Ekonomi modeli değişikliği sürecinde kaynak bulmak için başta Arap Yarımadasına yapılan ziyaretlerin ciddi bir sonuç vermemesi ve karşılık bulmaması sonrası rotanın İspanya’dan başlamak üzere Avrupa’ya çevrilmesi de artık Türkiye’de bir eksen kayması yaşandığı yada kaymış olan eksenin yeniden yörüngeye oturtulmaya çalışıldığına ilişkin izlenimler de oluşturmaktadır.
Buraya kadar altını çizilen fırsat ve riskler dikkate alındığında, Türkiye çok kutuplu olarak yeniden şekillenen dünya düzeninde kendisini çıkarları doğrultusunda konumlandırmaya çalışan ama şartların onu tarafsızlığa zorladığı bir durum içerisinde kalmıştır.
Kısacası tam da sırça dükkânındaki film misali, yapacağı her yanlış hamle ortalığı karıştıracak bir faciaya sebep olabilecektir.
Bu gelişmeleri izleyen yabancı yatırımcı da, Türkiye’nin nerede konumlanacağını izlerken olası fırsatları da kaçırmamak adına ilk adımları atmaya başladılar. Merkez Bankası’nın 8 Aralık haftasına ilişkin menkul kıymet istatistikleri de güçlü talebin rakamlarını ortaya koydu. Buna göre yabancı yatırımcılar 8 Aralık haftasında 891.43 milyon dolar tahvil alımı yaptı. Böylece 6 haftadır aralıksız DİBS’te net alıcı olan yabancının toplam girişi 1.3 milyar doları aştı.
Borsa İstanbul’a da geçen hafta yabancı yatırımcılar 562.36 milyon dolarlık net alımıyla son üç yılın en yüksek seviyesinde alım yaptı. Hisse senedi piyasasında da 6 haftadır net alıcı olan yabancı yatırımcıların hisseye 6 haftalık girişi 1.36 milyar dolara yükseldi. Hisse ve DİBS’te 1.5 ayda net giriş 2.67 milyar dolara ulaştı.
Bu kadar uzun enerji lojistiği, uluslararası ilişkiler, çıkarlar ve ortaklıklardan bahsettikten sonra konumuza dönelim. Belirttiğim üzere, şu an sırça dükkânındaki fil yanlış bir hamle yapmazsa, Türkiye’ye jeopolitik koşulların sunmak üzere olduğu fırsatı borsa adına ciddi fırsatlar yaratacaktır ve gelen yapancı yatırımcının filin sırçalara zarar vermemesi şartı ile uzun bir süre borsada kalmayı hedeflediklerini ve bu fırsatlardan pay almak için pozisyon aldıklarını düşünüyorum.
Müteakip süreçte CDS’in düşmesi, ülkenin kredi kuruluşlarınca yatırım yapılabilir olarak notlandırılması ve mevcut rasyonel ekonomi ve uluslararası politikaların sürdürülebilmesi durumunda; 2002-2008 yılları arasında AB’ye entegrasyon havasının yarattığı yabancı kaynak girişinin benzerinin, “sırça dükkânındaki filin yanlış bir hamle yapmaması” durumunda 2024 yılı itibariyle tekrardan yaşanacağını düşünüyorum.