EKONOMİ, ADALET VE İÇİŞLERİ
“Ekonomik gelişmeler sadece ekonomik faktörlere bağlı değil”. Bu değerlendirmeyi Eylül ayı başlarında Paramedya okuyucularına “Rasyonellik sadece Hazine ve Maliye Bakanlığına mı gerekli?” başlıklı yazıyla aktarmıştık. Tekrar etmek gerekirse, ekonomi ile doğrudan ilişkisi olmayan diğer kurumsal yapılar ve kamuoyunun bu kurumlara olan güveni de çok önemli. Devletlerin uyguladıkları politikalar ile bu devletlere bağlı kurumların işleyiş biçimleri arasındaki farklılıklar ülkelerin büyüme oranları ve kişi başına milli gelirleri arasındaki farklara önemli ölçüde etki ediyor. Örneğin; adalet sisteminin iyi işlemesi ve kamu düzeninin etkili bir şekilde tesis edilmesi ekonomik faaliyeti kolaylaştırıyor ve cesaretlendiriyor
Büyüyen piyasa ekonomilerinde özel mülkiyet haklarını ve mülkiyetin gönüllü olarak devrini güvence altına alan güçlü bir devlete ihtiyaç vardır. Güçlü devlet aynı zamanda bir zayıflığı da beraberinde getirebilir. Eğer bir devlet vatandaşlarının özel mülkiyet hakkını koruyabilecek güçteyse aynı zamanda bu hakkı zayıflatabilecek güçtedir. Devletin sadece mülkiyet haklarının korunacağı vaadinde bulunması yeterince güvence sağlamaz. Yatırımcı bir yatırım yaptığında devletin mülkiyet hakkını koruyacağına inanmak ister. Bu noktada bağımsız yargının önemi ortaya çıkmaktadır. Eğer, yargı devletin özel mülkiyeti koruyacağına dair vaadine bağlı kalmasını sağlayabilirse bu daha fazla yatırımı beraberinde getirir, böylece gelirler artar, büyüme hızlanır ve devlet daha fazla gelir elde eder. Bu, yatırımcı, devlet ve halkın lehine çalışan bir süreçtir.
Yargı sisteminin ekonomi için büyük önem taşıması şehir efsanesi değil
İyi işleyen bir yargı sisteminin ekonominin gelişmesi açısından çok önemli olduğu görüşü teorik bir tartışma konusu veya şehir efsanesi olarak kalmıyor. Pek çok ampirik araştırma da yargı bağımsızlığının, devletin veya politikacının vaadi olarak kalmaktan veya kâğıt üzerinde olmaktan çıkıp, somut, gözle görülür bir hal alması durumunda ekonomik gelişmeye önemli katkılar sağladığını göstermekte. Yine, yapılan araştırmalar, iyi çalışan bir yargı sisteminin finansal piyasaların gelişmesine, küçük firmaların büyük firmalar kadar hızlı büyümesine olanak sağladığını ortaya koymakta. Diğer bazı çalışmalar ise eyalet sistemi olan ülkelerde eyalet mahkemelerinin performansının eyaletler arasında rekabet gücü farklılıklarına yol açtığına işaret etmekte.
Türkiye’de bir süredir devletin adalet fonksiyonunun iyi işlemediğine ilişkin şikayetler yoğunlaştı. İktidar ve muhalefet de dahil olmak üzere toplumun geniş bir kesimi adaletten şikayetçi. Sürekli bir güven sorunu yaşanıyor. Toplumun yarısının çok adaletli bulduğu bir kararı diğer yarısı hukuk garabeti olarak görüyor. Pek çok ekonomist de mahkemelerin kararları üzerinden adalet ve hukuk sistemini eleştiriyor ve böyle bir ortamda yabancı sermayenin Türkiye’ye gelmeyeceğini, hatta yerli yatırımcının bile Türkiye’ye yatırım yapmaktan kaçınacağını ileri sürüyor. Son olarak, yargı mensupları da yargıdan şikayetçi olmaya başladılar. Geçtiğimiz Ekim ayına İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı’nın Hakimler ve Savcılar Kurulu’na ilettiği ve yargıda çok büyük sorunların yaşandığını ifade eden şikâyet mektubu, Kasım ayına Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunması damgasını vurdu. Sonra da Barolar Birliği Yargıtay 3. Ceza Dairesi hakkında suç duyurusunda bulundu.
Diğer taraftan, bu ay içinde meydana gelen ilginç bir gelişme bağımsız yargının önemini bir kez daha ön plana çıkarıyor. Afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi hakkındaki 7 Kasım 2023 tarihli ve 7471 sayılı kanun teklifi, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi. Söz konusu yasa başta muhalefet partileri, Barolar Birliği ve Şehir Plancıları Odası tarafından özellikle mülkiyet hakkını kısıtlayıcı hükümler taşıdığı iddiaları ile büyük tepki aldı. Bu iddiaların geçerliliği büyük bir olasılıkla Anayasa Mahkemesinde test edilecek ama Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay kararından sonra iktidar kanadı ve Yargıtaydan aldığı tepkiler söz konusu mahkemeyi yasayı onaylamaya zorlayabilir. Sağlıksız bir zeminde alınacak ve iyi gerekçelendirilemeyecek bir karar iç ve dış yatırımcılar için yeni bir endişe kaynağı olabilecek.
İçişleri Bakanlığının etkili çalışması en az adalet sistemi kadar önemli
Türkiye’de adalet sisteminin işlevselliği ile ilgili tartışmalar yoğunlaşırken, son aylarda İçişleri Bakanlığı’nın çalışmaları ile ilgili olumlu değerlendirmelerde bir artış oldu. Bunda hem yeni İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya hem de yeni Emniyet Genel Müdürü Erol Ayyıldız’ın eğitim, kariyer yolları ve kişiliklerinin atandıkları pozisyonlarla uyumlu olmasının da etkisi olduğu düşünülebilir. Yerlikaya – Ayyıldız döneminin ilk altı ayına emniyet güçlerinin son yıllarda etkilerinin iyice arttığı ileri sürülen organize suç örgütleri ile yaptıkları mücadele damga vurdu.
Organize suçun önde gelen sonuçlarından biri rüşvettir. Çünkü rüşvet devlet kurumlarının içinden destek alınabilmesi ve bu tür suçların faillerinin eylemlerinin başarıya ulaşması açısından hayati öneme sahip. Rüşvet ve yolsuzluklar genişledikçe devlet yönetimi yozlaşır ve kurumların işlevleri bozulur. Kurumların kötü performans göstermesinin olumsuz ekonomik sonuçları da iyi bilinen bir gerçek.
İçişleri Bakanlığının en önemli görevi kanunlar çerçevesinde suçu önlemek, suç oranlarını aşağıya çekmek ve kamu düzenini sağlamak. Bakanlık bu görevlerini büyük ölçüde polis ve jandarma aracılığı ile yerine getirmekte. Eğer bir toplumda güven ortamı sağlanamıyorsa bu durum ekonomik gelişmeyi doğrudan doğruya olumsuz etkileyecektir. Bu nedenle polis ve jandarma teşkilatının etkili, etkin ve hesap verebilir şekilde çalışması ekonomik gelişme açısından büyük önem taşımakta. Güvenlik zamanında ve etkili bir biçimde sağlanamazsa terör, organize suçlar, rüşvet ve yolsuzlukla mücadele daha zor ve maliyetli hale gelecek bu da ekonomi üzerinde ağır bir ek yükün oluşmasına neden olacaktır.
Güvenlik ve ekonomik kalkınma birbiriyle yakından ilişkili. Polis ve jandarmanın üzerlerinde politik patronaj olmadan yasalara bağlı şekilde çalışması toplumun tamamının yaşam kalitesini üst seviyelere çeker. Güvenlik kaygılarından, rahatsız edilme endişesinden uzak bir yaşam üretkenliği artırır. İşyerleri tehdit, soygun, çökme, adam kaçırma, cinayet, fidye ve haraç istenmesi gibi eylemlere maruz kalmadan güven içinde çalışır. Düşük suç oranları ve oluşan güven ortamı yabancı yatırımcıların da ilgili ülkeye olan ilgisini artırır.
Güvenlik ekonomiyi etkiler ama ekonomi de güvenliği etkileyen önemli faktörlerden birisi. Bir ülkenin ekonomik durumunda ki bozulma suç oranlarını artırabilir. Özellikle 2021 yılından sonra Türkiye’de fiyat istikrarı ciddi şekilde bozuldu ve emeğin milli gelirden aldığı pay sürekli bir azalma gösteriyor. Enflasyonun yükselmesi, gelir dağılımının bozulması ve genç işsizliğinin artması suç oranlarını artırabilir ve polis ve jandarmanın işlerinin daha da yoğunlaşmasına yol açabilir.
Eylül ayı başındaki yazımda rasyonelliğin sadece Hazine ve Maliye Bakanlığı’na gerekmediğini belirtmiş ve politikaları hiç de rasyonel gözükmeyen Millî Eğitim Bakanlığı’nı eleştirmiştim. Son birkaç aydaki gelişmeler dikkatleri Adalet ve İçişleri Bakanlıkları üzerine yönlendirince bu bakanlıkların da sağlıklı bir ekonomi için taşıdıkları önemi vurgulamak gereği ortaya çıktı. Çünkü, ekonomi politikalarının mantıklı ve tutarlı olması yeterli değil. Bu politikaların nasıl bir zeminde yürütüldüğü ve bu zeminin nasıl bir güvenilirliğe sahip olduğu da çok önemli. Bu konu her türlü ekonomi tartışmasında göz önünde tutulmalı.