Döviz sorunu geçmişte ve bugün Türkiye’nin yumuşak karnı ve krizlerin nedeni olmuştur. Ancak, geçmiş zamanki hükûmetler aynı zamanda devalüasyon yaptı, IMF ile stand-by yaptı ve ertesi yıl ekonomik istikrar sağlandı.
2018 kur şokunda ve 2021 sonu tek haneli faiz kararında, piyasa devalüasyon yaptı ve fakat TL krizi giderek derinleşti, ekonomik krize dönüştü.
Bunun bir nedeni dalgalı kur politikası, Bir nedeni de hükûmetlerin yanlış politikasıdır.
İktisat politikaları iki tarafı kesen bıçak gibidir. Eğer yerinde ve doğru karar almazsanız ters tarafı daha çok kesebilir. Söz gelimi hükûmet faizleri düşürüp, kurları artırarak hem içerde ekonomide canlanma yaratmak istedi, hem de dış ticarette rekabet gücümüzü artırmak istedi. Ama ikisi de ters tepti. Çünkü hükûmetlerin iktisat politikaları her zaman algı yaratmak üstüne kuruldu ve bu nedenle madalyonun ters tarafını göremediler. Sonuçta;
*Ekonomide büyüme kalıcı olmadı; Çünkü sermaye çıktı. Yatırımlarda güven ortamı olmadı.
*Yüksek kur rekabet gücü sağlamadı; Çünkü üretim dışa bağımlı. İhracatta ithal girdi payı yüzde 80’dir. Kur artışı ithal girdi fiyatlarını da artırıyor.
Dahası; döviz sorununu çözmek için siyasi iktidarın, ithal girdi ikame yatırımları yapmak ve millî dış ticaret politikası uygulamak gibi bir niyeti yoktur.
2023 ilk 6 ayında Türkiye’nin dış ticaret açığı 50,7 milyar dolardır. ABD ve Avrupa Birliği’ne karşı dış ticaret açığımız yok. Bu açığın yüzde 78’ini Rusya ve Çin’e karşı vermişiz. Çin, en çok ithalat yaptığımız 20 ülke içinde ilk sırada geliyor; ancak en çok ihracat yaptığımız ilk 20 ülke içinde yok.
Bu altı ayda Çin’den ithalatımız 22,2 milyar dolar iken, Çin’e ihracatımız yalnızca 1,5 milyar dolar olmuş. Çin’den yatırım malı ve teknoloji ithalatımız çok düşük. ABD, Çin’e karşı kur savaşı verdi, biz kılımızı kıpırdatmıyoruz? Neden çünkü Çin’den ithalat karteli var.
Hükûmet, Merkez Bankası ve ilgili odalar; ithalata ve dış açığa bakmadan sürekli ihracat patladı diyorlar. Dış ticareti yalnızca ihracat olarak görmek tam bir cehalet örneğidir. Dahası da dış açıkları enerji ithalatı ve parasal olmayan altın ithalatına bağlıyorlar.
Hani enerji ithal etmezsek, üretim tesisleri sanki iman gücüyle çalışacak!
Kaldı ki, enerji ithal edip de cari fazla veren ülke sayısı fazladır. Söz gelimi, Almanya, Japonya, Çin, Güney Kore petrol ithal eden ülkelerdir.
Geçenlerde yine yazmıştım. Cari açık dış ekonomik ilişkilerden dolayı döviz gelir ve gideri arasındaki eksi farktır. Bu fark ülkenin döviz kaybını gösterir. Bu açık yatırım malı ve teknoloji ithalatı için verilmişse; zaman içinde azalır ve ortadan kalkar. Ama akım olarak ister enerji, ister altın veya isterse plastik eşya için vermiş olalım bir döviz kaybıdır, değişmez.
Parasal olmayan altın ithalatı cari açığı artırıyor ve fakat içeride servete dönüşüyor. Servet stok değerdir. Cari işlemler akım değerdir. Etkileri farklıdır. Cari açık döviz ihtiyacını artırır. Döviz kurlarını etkiler. Döviz kurları da ekonomik istikrarı, ülkenin rekabet gücünü etkiler. Servet birikimi ile bir ilgisi yoktur. Birbiri ile karıştırmamak gerekir.
Öte yandan; döviz krizi yaşayan ülkeler, ya kendileri önlem alır. Ya da son çare olarak IMF’ye gider. Söz gelimi 1997 Asya krizinde Malezya IMF’ye gitmedi, yapısal önlemler aldı ve krizden çıktı.
IMF doğrudan kredi vermez. Ülke yetkilileri ile anlaşarak stand-by düzenlemesi yapar. Kredi verme şartı, genel olarak ekonomide yapısal reformlara ve kemer sıkmaya dayanır.
2001 krizinde, dalgalı kur politikası IMF için bir reformdu. Maaş ve ücretlerin gerçekleşen enflasyona göre değil de, planlanan hedef enflasyona göre artırılması ile çiftçiye yapılan desteklerin yüzde 50 düşürülmesi kemer sıkma politikaları idi. Türkiye krizden çıktı ve fakat hükûmeti oluşturan partiler gitti.
Bugünkü koşullarda, IMF, Türkiye ile 2001 şartlarında bile stand-by yapmaz. Çünkü 2001’e göre, hukuk ve demokraside geri düştük. Otokrasi ve parti devleti mülkiyet güvencesi için en büyük risktir. Bu riskler olunca IMF stand-by yapmaz. Çünkü IMF’ye göre küresel istikrarın bir şartı da sermayenin serbest dolaşmasıdır. Bugünkü koşullarda Türkiye’ye yabancı yatırım sermayesinin gelmesinin ilk şartı güven sorunudur.
IMF vergi artışından önce, bütçeden popülist harcamalarının çıkarılmasını ister. Önümüzde seçim varken, siyasi iktidarın bunu yapmayacağını bilir.
Nerden bakarsak bakalım, bugünkü hükümetle, bugünkü politikalarla, Türkiye döviz sorunu ve bağlı olarak da dış borçlarda temerrüt sorunu yaşayacak gibi görünüyor.