İsviçre Cenevre’de, şahane göl manzaralı bir serbest bölge. 1888 yılında ilk defa kurulduğunda diğer ülkelere sevk için yani transit bekleyen çeşitli malların, hammaddelerin depolandığı vergi ve diğer gümrük yükümlülüklerinden muaf bir alandı. 1920’lerde ağaç ürünleri, kömür, tütün ve araba gibi ürünler bu serbest bölgede kendine yer bulurken zaman, Cenevre’deki bu ufak ayrıcalıklı alana farklı bir rol biçti…
Cenevre’deki serbest bölge bugün, servet piramidinin en tepesindeki dünyanın sayılı zenginlerinin para kasasıdır. Cenevre Serbest Bölgesi bugün dünyanın en iyi korunan ve en fazla “ünlü” ama gizemli misafire ev sahipliği yapan teşvikli bölgesi. Evet, dünya nüfusunun büyük bölümüne para dediğinizde akla ülkelerin itibari paraları gelir. Yatırım dediğinizde mevduat, sermaye piyasası araçları, diğer para piyasası araçları ve gayrimenkuller gelir. Türkiye’de belki bu listeye arabayı da ekleyebiliriz! Ancak paragrafın başında sözünü ettiğim piramidin tepesi için sanat eserleri sadece sanat tutkusunun veya koleksiyonerlik duygusunun bir tezahürü değil aynı zamanda çok önemli bir yatırım ve “değişim aracı”.
Teknik olarak bu bölgede barındırılan ürünlerin hiçbir vergiye tabi olmaması sebebiyle bugün dünyanın en ünlü ressamlarının elinden çıkan resimler ve diğer sanat eserleri bu bölgede üst düzey bir koruma altında sahiplerinin nam hesabına tutuluyor. Bölgenin yaklaşık 100 milyar dolar değerinde 1,2 milyon adet sanat eserine ev sahipliği yaptığı tahmin ediliyor. Bu haliyle dünyanın en büyük sanat galerisi olmaya aday! Ancak bu eserleri gidip görmek ya da bölgeyi gezmek mümkün değil. Yine bölge 3 milyondan fazla şarap içeren mahzeniyle dünyanın en değerlisi konumunda.
Sahi, kimsenin içmeyi düşünmediği şarap şişeleri ne işe yarıyor olabilir. Peki neden dünya mirası kabul edebileceğimiz Piccasso’dan Da Vinci’ye, Renoir’dan Van Gogh’a dünyanın en değerli sanat eserleri burada?
Sözünü ettiğimiz piramidin tepesindeki dünyanın uluslararası elitleri, bu bölgede yer alan sanat eserlerini alıyor, satıyor, takas ediyor ancak hiçbir vergi yükümlülüğüne tabii olmuyor. Dolayısıyla kamuya açık gerçekleştirilen bir müzayedede üst düzey bir sanat eserini alarak hem vergiye tabi olmak hem de tüm gözleri üzerine çekmek istemeyen servet sahipleri için bu bölgede yer alan eserler üzerinden gerçekleştirilen işlemler hem maliyet avantajı hem de üst düzey gizlilik sağlamış oluyor.
Bir sanat eserini New York’ta gerçekleştirilen bir müzayededen 50 milyon dolara alan bir “koleksiyoner” 4,4 milyon dolarlık bir vergi yükü ve çok param var diye alnına yapıştırılan bir mühür ile müzayede alanından ayrılmak zorunda kalıyor. Oysaki serbest bölgedeki sanat eserlerinin satışında hiç kimse, hangi ürünün ya da eserin kime hangi fiyattan satıldığını öğrenemiyor. İşin içerisine bir de offshore şirketleri ve İsviçre bankaları girdiğinde kusursuz ticaretin ve servet transferinin kapıları aralanmış oluyor. Tüm bu ticaret ve para hareketlerinin ardından serbest bölge yetkililerinin yapması gereken ise çok basit bir iş; ilgili eseri depodaki yerinden kıpırdatmadan üzerindeki sahibinin ismini yenisiyle değiştirmek…
Okuduklarınızı birçok perspektiften değerlendirmek elbette mümkün ancak ben kriptovarlıklar çerçevesinden okumak istiyorum. Biliyorsunuz Bitcoin ile kriptovarlıklara getirilen en büyük eleştirilerden biri söz konusu varlıkların kara para aklamak da dahil bir dizi yasadışı iş için kullanılabileceğine dair olandı. Bu eleştirileri küçümsememekle birlikte genel itibariyle oldukça iyi niyetli bir bakış açısıyla, insanların mesele yasal sınırları esnetmek ya da aşmak olduğunda kullanmaktan geri durmayacağı bir aracın olmadığını fark edemediğimizi görüyorum. Yoksa Picasso’nun dehasını ve sanatını neden bir depoda tutasınız ki?