Bundan yarım asırdan fazla bir süre önce 1971 Mart’ında Nihat Erim’in başbakanlığında kurulan ara rejim hükümetinin başbakan yardımcısı ve devlet bakanı 39 yaşında bir Dünya Bankası uzmanı olan Atilla Karaosmanoğlu’ydu. Karaosmanoğlu’nun genç yaşta böyle önemli görev almış olması Türkiye’de kamuoyunu oldukça heyecanlandırmıştı. Dahiyane becerilere sahip bu genç adamın Türkiye ekonomisine büyük katkılar sağlaması bekleniyordu. Karaosmanoğlu’nun Türkiye ekonomisinin önündeki sorunları yapısal reformlarla çözmesi umuluyordu. Tahmin edileceği gibi çok ciddi bir dirençle karşılaştı, hükümet Aralık 1971’e kadar görev başında kalabildi. Karaosmanoğlu bu olaydan sonra Dünya Bankası’ndaki görevine döndü.
Yaklaşık on yıl sonra Türkiye ekonomisi için yeni bir kurtarıcının ismi gündeme geldi: Turgut Özal. Özal 24 Ocak 1980 ekonomik istikrar tedbirlerinin mimarı olarak tanınıyordu. 43. hükümet döneminde DPT müsteşarı olarak, Bülent Ulusu askeri hükümetinde ise ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak Türkiye kamuoyunun dikkatini üzerine toplamıştı ve ondan pek çok şey bekleniyordu. Özal’ın hedefi devletin kontrolünde olan ve ithal ikamesine dayanan Türkiye ekonomisini dışa açık büyümeyi hedefleyen bir serbest piyasa ekonomisine dönüştürmekti. Bu transformasyonun hukuki çerçevesini birbirleri ile uyumlu, tutarlı binlerce sayfayı bulan kanunlar, yönetmelikler, genelgeler ve talimatlar oluşturuyordu. Türkiye’nin çok özel şartları dolayısı ile doksanlı yıllara gelindiğinde bu hedefe ulaşabilmek imkansızlaştı.
Atilla Karaosmanoğlu’ndan 30 yıl sonra Dünya Bankası’ndan getirilen Kemal Derviş, 2000’li yılların başında krize giren Türkiye ekonomisinin yeni kurtarıcısı oldu. Derviş, hazırladığı “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” ile Karaosmanoğlu’na göre Türkiye ekonomisine daha fazla katkı yapabilme şansı bulabildi. Söz konusu program, Derviş’in kısa bakanlık süresini de aşarak AKP’nin disiplinli uygulamaları ile 2011 yılına kadar sürdürüldü ve Türkiye ekonomisi önemli kazanımlar elde etti.
Bakanlar Kurulunun diğer üyeleri de çok önemli
“Bu adam her şeyi bilir…Bu adam ekonominin beyni” gibi ekonomi yönetimini bir süper kahramana indirgeyen haber başlıkları geçmişte de çok gündem olmuştu. Bugün, aynı tür bir kampanya Mehmet Şimşek için sürdürülüyor. Hatta Şimşek’in yanı sıra bir de “Müthiş Türk kızı”nın (Hafize Gaye Erkan) lansmanı yapılıyor. Bunlar doğru yaklaşımlar değil. Türkiye gibi Metropolis ‘den çok daha büyük bir ekonomiyi düzlüğe çıkarmak tek kişinin gayretleri ile ulaşılabilecek bir hedef değil. Şimşek, hem yurt içinde hem yurt dışında uzmanlığı ile kendini kabul ettirmiş, ilgili çevrelere güven veren bir uzman olarak tanıtılıyor. Bu nitelikler tabii ki çok önemli ama bu niteliklerin bütün bakanlar için geçerli olması gerekmez mi?
Örneğin; İçişleri bakanının da hem yurt içinde hem yurt dışında asayiş, kamu düzeni, terör, kamu güvenliği konularında tanınmış, herkese güven veren bir isim olarak ön plana çıkması gerekmiyor mu? Ya da adalet bakanının uluslararası üne sahip bir hukukçu olması ekonomi açısından önemli değil mi? Aynı durum diğer bakanlar için de geçerli. Bunların da Mehmet Şimşek’e atfedilen kariyer özelliklerine sahip olması gerekir. Diğer yandan, ekonomi yönetiminde önem taşıyan kurumların başkanlarının ve yardımcılarının da üretkenliği ve verimliliği destekleyecek bir ortamın zeminini hazırlayabilecek niteliklere sahip olması gerekiyor.
Orta gelir tuzağında yerel seçimlere doğru
Derviş’in Güçlü Ekonomiye Geçiş Programının AKP tarafından disiplinli bir şekilde tatbikiyle Türkiye’de milli gelir 10 bin doların üzerine çıktı. Bu aşamadan sonra daha üst gelir seviyelerine tırmanmanın önünü açabilecek reformların yapılamaması, bir mali kural oluşturulamaması nedeni ile ülke orta gelir tuzağına takıldı kaldı. Dahası, yerel seçimler hızla yaklaşıyor. Mart 2024’e bir yılın altında bir zaman kaldı. Yaşadığımız şu günler bu seçimi seçim kazanmak isteyen bir politikacının köklü bir reform hamlesi başlatması için ideal zamanlar değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan seçimleri yaklaşırken, seçimi kazanmak için elinde istediği harcamayı yapabileceği açık bir çekin olmasını isteyecektir. Öyleyse, önümüzdeki muhtemel senaryo, seçimlere üç dört ay kalana kadar Şimşek’in ve TCMB’nin göreli olarak daha rahat çalışabilmesi, seçimler yaklaşırken bu özgürlüğün yeniden kısıtlanması ve yeni bir u dönüşünün yapılması gibi gözüküyor.
Türkiye’nin üretkenliği ve verimliliği teşvik eden bir ortama ihtiyacı var. Bu, AKP’nin iktidara geldiği ilk yıllarda başarılabilmişti. Bu başarıyı sürdürmek, hatta daha da ötesine geçebilmek mümkünken neden böyle u dönüşlü, zigzaglı yollara sapıldığı da tartışılması gereken bir başka önemli konu.