2022 yılında Türkiye ekonomisi dünyada kabul görmüş olan ekonomi prensiplerinden uzaklaşırken, 1980’lerden bu yana ülkemizde yerleştirilmeye çalışılan serbest piyasa ekonomisinin temelleri sarsıldı. TCMB’nin bağımsızlığının ortadan kaldırılmasına paralel olarak politika faizleri enflasyonla mukayese edilemeyecek kadar aşağı düzeylere çekildi. Yükselen kurlar ve dolarizasyon sürekli döviz satışları ve “Kur Korumalı Mevduat” adı verilen, yine dünyada genel kabul görmüş ekonomi uygulamaları içinde yeri olmayan bir hesap türüyle kontrol altında tutulmaya çalışıldı. Finansal sistem enflasyon seviyesinin altında kalan mevduat ve kredi faizleri ile işlemeye yönlendiriliyor/zorlanıyor. Bankalara makro ihtiyati tedbir olarak enflasyon seviyesinin oldukça altında getirileri olan kamu borçlanma kağıtlarını almaları dayatılıyor.
Cari açığın net hata ve noksan kalemi ve farklı ülkelerden elde edilen geçici borçlanmalar üzerinden kapatılması, sorunun palyatif ve başkaca ağır sorunlar yaratma potansiyeli olan yaklaşımlarla çözülmeye çalışıldığı izlenimi yaratıyor. İktidar yanlış ekonomi politikalarının, pandeminin ve Rusya- Ukrayna savaşının halka geçim sıkıntısı olarak yansımasının yarattığı siyasi baskıyı geniş bir yelpaze oluşturan günah keçilerine yönlendirmeye çalışıyor. Patates, soğan satıcıları, bankada döviz hesabı olanlar, zincir marketler, bankalar, STK’lar duruma ve zamana göre günah keçisi ilan edilebiliyor. Bu kesimler, devlet gücünün üzerlerine yönlendirileceğini de ima eden kaba ve tehditkâr bir üslupla karşı karşıya geliyorlar. Genel kabul görmüş politikaların terkedilmesi ön görülebilen ya da görülemeyen aksaklıklar yaratıyor, bu aksaklıklar günlük karar ve tedbirlerle düzeltilmeye çalışılıyor. Bu kararların arka planına yönelik sorular yanıtlanmıyor, şeffaflık ve hesap verebilirlik giderek zayıflıyor.
Bu politikalar halk desteği de alabiliyor. Faizden hoşlanmayan ve enflasyon seviyesinden çok aşağı seviyelerde olmasından memnun olan bir toplum kesimi zaten mevcuttu. Bir diğer kesimin ise ekonominin çarklarının işleyişine ilişkin fikrinin olmaması ve finansal okuryazarlık seviyesinin çok düşük olması nedeniyle piyasa ekonomisinin kaynakları etkin şekilde dağıtma özelliği hakkında bir fikri yok. Piyasa ekonomisini bir tür hokus pokus oyunu ya da siyasilerin söylemlerine inanarak emperyalist ülkelerin dayatması gibi görebiliyorlar. Bu kesim açık kanıtlara ve gerçeklere rağmen yapılan yanlışları göremiyor, hatta bu yanlışları savunuyor. Buna karşın AKP’nin ekonomi bilgisi yüksek üyelerinin bazıları partiden ayrıldı, bazıları da parti içinden durumu sessizce izlemeyi tercih ediyor.
Bir diğer önemli sorun da verilerin güvenilirliği. Özellikle enflasyon rakamları bir türlü ikna edici olmuyor. Enflasyon rakamlarına güven olmayınca da ekonomi ile ilgili pek çok veri ve göstergeye güven azalıyor. Büyüme rakamları, asgari ücret, emekli maaşları, vergiler ve pek çok şey sorgulanır hale geliyor. Kararlar dayanaksız ve içgüdüsel alınıyor.
ORTODOKS POLİTİKALARI UYGULAMAK ZOR AMA BU DERECE UZAKLAŞMAK YANLIŞ
Gelişmekte olan bir ülkede ortodoks ekonomi politikalarını uygulayabilmek kolay değil ama bu politikalardan günübirlik kararlarla bu derece uzaklaşmak da doğru değil. Geniş bir tartışma platformu oluşturularak, tecrübeli iktisatçıların görüşleri alınarak genel iktisadi prensiplerle uyumlu ve Türkiye’ye özel bir model oluşturulabilirdi. Bu yapılamadı ve önümüzdeki Temmuz ayından önce de Türkiye’de böyle bir şey olması mümkün değil. Çünkü seçimlere neredeyse altı ay var. Bu yüzden cari açık, enflasyon, işsizlik, artan yoksulluk ile ilgili kalıcı politikalar üreterek sorunların çözülmesi için artık çok geç. Gerçekçi ve doğru çözümlerin uygulanması ve meyvelerinin toplanması sabır ve zaman gerektirir. Ne siyasi alanda ne de toplumda gerekli koşullar yok. Bu nedenle palyatif çözümlerle ve vaatlerle halk rahatlatılmaya çalışılıyor. Bir taraftan da halktan bu gelişmelere karşı sabır göstermesi bekleniyor. Seçimi kimin kazanacağı konusu hala tartışmalı ama herkesin hem fikir olduğu nokta kim kazanırsa kazansın bu ekonominin kolay kolay toparlanmasının mümkün olmadığı.
EYT, 3600 gösterge, sözleşmelilerin kadroya geçirilmesi, borçların affedilmesi, büyük asgari ücret zammı, emekli maaşlarına zamlar ve buna benzer konularla ilgili vaatler ve tartışmalar 2023 yıl başı yaklaşırken yoğunlaşıyor. Bunlar geniş halk kesimlerini Haziran seçimine kadar oyalayıp oyalayamayacağı belli olmayan semptom gidericiler. Üretim ve yatırım yapan bir topluma dönüşebilmek için yaratılması gereken adalet, liyakat, huzur, güven, uzlaşma kültürü, ön görülebilir yönetim alt yapısı oluşturulamıyor.
Siyaset üretim ve yatırımı teşvik eden bir üslupta gitmiyor. Sürekli gerginlik, iç güvenlik sorunları ve huzursuzluğun yarattığı karamsarlık ekonomik faaliyete de yansıyor. Yargıya ve kurumlara olan güven azalıyor.
SAHRA ÇÖLÜNÜ DEVLETE VERİRSENİZ
Türkiye’nin son on beş aydaki para politikası ünlü iktisatçı Milton Friedman’ın enflasyonun parasal genişlemenin yarattığı bir sorun olduğunu ifade eden sözlerine yeni bir kanıt teşkil etti. Şimdi de “Sahra çölünü devlete verin, 5 yıl sonra kum sıkıntısı başlar” sözünü kanıtlayacak gelişmeler yaşanıyor. Bu ifade ilk bakışta çok abartılı olduğu izlenimi yaratsa da devletin iktisadi hayata müdahalesinin yarattığı verimsizlikleri anlatmak bakımından oldukça vurucu ve dikkat çekicidir.
Piyasa ekonomisinin yerini hükümet alınca temel ekonomi bilgisine sahip hiç kimsenin kabul edemeyeceği uygulamalar ortaya çıkıyor. Örneğin; Kur Korumalı Mevduat. Sıradan bir müşterinin bankada açtığı bir mevduat hesabının getirisinin hazine veya merkez bankasından karşılanması bugün neredeyse normal bir olay gibi konuşuluyor ama aslında bu uygulama ciddi bir gelir transferi. Daha da ilginç olan, TBMM’ye bile bu transferin boyutlarının tam olarak açıklanmaması. İktidar, hesap vermekten kaçınarak, piyasa mekanizmasının yerine geçerek yapabildiği ölçüde kaynak dağılımını etkilemeye çalışıyor. Bu, kısa dönemde belki belli kesimlerin faydalanabileceği bir yaklaşım ama uzun dönemde aynı gemide bulunan herkesin büyük kayıplara uğramasına ya da denizin bitmesine yol açabilecek bir süreç.
2022 yılı Türkiye Cumhuriyeti tarihine bir başka kayıp yıl olarak geçecek. 2020’li yıllar pandemi ile başladı, büyük ve uzayacağı anlaşılan bir savaşla devam etti. Bu aksiliklere kötü ekonomi yönetiminin eklenmesiyle 2030’a kadarki dönemin zor geçme olasılığı her geçen gün yükseliyor. Bu yıl, dünya için de zor bir yıldı ama bildiğimiz, yakından takip ettiğimiz pek çok ülke bu zorlu yılı hiç denenmemiş iktisat politikalarını uygulamak yerine anlaşılabilir veya izah edilebilir iktisat politikaları ile tamamlamaya çalıştı. Türkiye de böyle bir yol izleseydi önümüzdeki yıllar için çok daha fazla umutlu olabilecektik.
Faiz indiriminin kokusunu alan yabancı tahvile saldırdı
Yurt dışı yerleşikler 15 Kasım haftasında güçlü tahvil alımı yaptı. 1,6 milyar dolarlık tahvil alan yabancının tahvil alımı dokuz haftanın...