“Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar:
Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.”
– Tolstoy
Tolstoy’a saygısızlık etmek istemem ama bu güzel sözünden “ muhteşem” sözcüğünü çıkarmak isterim. Bazen şehre gelen bir yabancı tüm hikayeyi berbat edebilir çünkü .
2000’li yılların başlarıydı. Bankamız yeniden yapılanma sürecine girdiğini ilan etmiş ve şehrimize, bankamıza yabancılar gelmeye başlamıştı . Çalıştığımız yerlerde, şubelerde ve bölgelerde onları asla görmüyor ama varlıkları ve yaptıkları hakkında çok şeyler duyuyorduk. Onlar, o güne kadar yapılagelmiş her şeyi ama her şeyi değiştirmek istiyorlardı . Dış görünüşten iç işleyişe kadar…
Bu çok uzun bir hikayedir ve eminim bir gün birileri bunu da yazar, anlatır . Benim anlatmak istediğim ise onun çok küçük ama aynı zamanda etkisi hala görülen en büyük bölümü .
Ben o yıllarda o bankanın bölge müdürlüğünde Personelden sorumlu Bölge Müdür Yardımcısıydım. Her yerde olduğu gibi Bölgeler de yeniden yapılanmaya girmiş , görevler ve sorumluluklar net şekilde birbirinden ayrılmış , bizim bölümün adı da İdari İşler ve İnsan Kaynakları olarak değişmişti. Ben de artık Bölge Müdür Yardımcısı değil Yöneticiydim . İşte pazarlama kadroları da yine o yıllarda Bireysel, Şirket ve Ticari olarak segmentlere ayrılmış ve insan seçmeye başlamıştı . Her segment yönetimi “ en iyi pazarlama “ yapacak personeli kendi ekibine devşirmek için büyük bir mücadele veriyordu. Tüm çalışanlar için o günlerde kartlar yeniden dağıtılıyordu .
Başta, bir çocuk oyunundaki “ aldım, verdim, ben seni yendim…” tadında tatlı tatlı yapılan seçimler , sonradan ciddi savaşlara sebep olmaya başlamıştı . Kimse oyunu kaybetmek istemiyordu . İşte o günlerde yukarılardan çok sık duymaya başladığımız bir cümleyi hiç unutmam .
“ Ölçülen şey artar arkadaşlar ! Neyi ölçersek onda artış görüyoruz . O yüzden ölçme çok önemli … “ Artık bölgeler olarak her şeyi ölçmeye ve yukarıya raporlamaya başlamıştık. Genel müdürlük yöneticileri ne sorarsa anında rakamlar toplanıyor, sıralanıyor ve yukarıya iletiliyordu . Bölgeler için bu yeni bir işti. Yukarının bilgi açlığını giderdiği düşünülen bu raporlamalar bir süre sonra herkesin kabusu haline dönüşecekti . Çünkü artık sadece bilgi isteme değil , kıyaslamalar ve sorgulamalar da başlamıştı . “O yüksek yapmış , bu düşük yapmış… O çok artmış, bu çok düşmüş…”
O günlerde küçük, masum, performans arttırıcı olarak görülen bu sorgulamalar bugün artık çığrından çıkmış, çılgınlığa dönüşmüş , insanları çıldırtan bir noktaya gelmiş durumda. “Ölçülen her konuda ilerleme sağlanır…” tezi kendini defalarca ispatladığı için bunun önüne geçilemiyor . Ne istenirse fazlasıyla yapıldığı , her seferinde daha ileriye gidildiği için üst yönetimler bundan vazgeçemiyor.
Bu yarış bana, her yıl uluslararası yarışmalarda kırılan dünya rekorlarını hatırlatıyor . Daha iyisi yapılana kadar en iyisi bu … Ertesi yıl, başka blr yarışta daha iyisini yapan biri mutlaka çıkıyor . 10,20,30, 40 yıl öncesinin 100 metre koşu yarışlarındaki rekorları karşılaştırsak aradaki farka inanamayız mesela . Ama insan azmi ve çalışkanlığı ile sınırları hep zorluyor. Aradan geçen zaman farkları büyük gösterse de aslında bu rekorlar hep küçük küçük farklarla kırıla kırıla bugünlere geldi. Bu konuyu derinlemesine düşünmekte fayda var.
Bu noktada değinmek istediğim bir diğer konu da şu; Sporda ya da sanatta fark yaratan, belli konuda rekor kıran insanlar tarihe geçer. İsimleri kayıtlarda kalır. İz bırakır. Bankacılıkta her gün yapılan yarışları , her gün kırılan satış rekorlarını kim hatırlar ? Tüm bu emeğin, çabanın, azmin karşılığında kim ne alır ? Etrafınıza bir bakın. Geçen yıl kimleri ne için alkışlamıştınız ? Şimdi onlar nerede ? Ben tahminimi söyleyeyim. Onları çoktan unuttunuz bile. Bu işin kaymağını o kampanyaları düzenleyip sizleri kıyasıya yarıştıran üst yönetimler çoktan yedi. Kimi terfi aldı , kimi GMY oldu, kimi CEO’luğa oynuyor . Soluksuz koştuğunuz , nefes nefese kaldığınız o yarışlarda siz ne aldınız? Belki bir toplantı sonunda lütfedilmiş bir övgü, bir alkış. Belki küçük bir ödül, belki gecikmeli bir prim. Belki göstermelik bir terfi . Belki de hiçbiri…
Bu konu üzerinde düşünürken ve araştırırken karşıma çıkan bir paragraf oldukça ilginçti. Sizlerle de paylaşmak isterim ;
“Dünya rekorlarının kırılışına tanıklık etmek, atletizm seyircisinin ilgisini çekmekte, bu sepele atletlerin sponsorları ve Golden League gibi turnuvaların orgazitörleri, rekor kıran atletlere para ödülü vermektedir.
Sırıkla atlamada verilen rekor ödülleri, atletlerde dünya rekoru büyük farkla geride bırakmak yerine, kabul edilen en küçük miktarda (bir santimetre) geliştirerek, her defasında ödül kazanma fikrini ortaya çıkardı. Bu taktik erkeklerde Sergey Bubka, kadınlarda ise Yelena İsinbayeva tarafından uygulandı. Bazı spor yorumcuları, atletlerin bu durum yüzünden yeteneklerinin elverdiği kadar yüksek dereceleri yapmadıkları eleştirisini getirmişti. Sırıkla atlama dışındaki sporlarda ise derecenin tam olarak ayarlanması mümkün olmadığından buna benzer durumlar yaşanmamaktadır.[3]
Kaynak : Vikipedi
Atletizmde dünya rekorları listesi, Para Ödülleri
Bu bilgiden sonra aklıma gelen şu oldu . Sanırım şubeler birbiri ile yarıştırılan düz koşucular, ne kadar hızlı koşarsa koşsun, birileri yoruluyor , birileri düşüyor, birileri yoldan çıkıyor . Her yarışı kazanan sadece bir kişi oluyor. Genel Müdürlük yöneticileri ise fazla rakibi olmayan sırıkla atlamacılar… onlar çıtayı her seferinde istedikleri kadar yükseltiyor ve primi kapıyorlar … Onları taşıyan, yükselten ve fırlatan sırık ise… sanırım bunu söylemeye gerek yok.