Bu hafta köşemi konuk bir yazara bırakıyorum .
“Yakala “ kitabının yazarı Yalın Yaldız’ın Paramedya Instagram hesabında yaptığımız bir ankette çıkan sonuçla ilgili bu yazısı okunmaya ve üzerinde düşünmeye değer bence. Buyrun…
“Yıl 1994… Üniversitede deprem araştırmaları için Türkiye’nin dört bir tarafında, doğanın içinde çeşitli ölçümler yapıyordum. En sevdiğim yerlerden biri Bolu, Mudurnu civarıydı. Ana yoldan orman tarafına girince orman köyleri sıralanmaya başlardı. 1., 2., 3., 4., 5. yok artık 6.köy, bu kadar da olmaz ama 7.köy… Ana yola tam 35 km uzaklıkta. En yakın yerleşim birimine ise 55 km. Hem de bildiğiniz toprak, bol virajlı köy yolu…
Ya arkadaş, burada insan ne yapar, ne ile yaşar, ne yer, ne içer? Okul var mıdır? Hasta olsalar ne eylerler? Araba ile ağır ağır köyün içinden geçerken, arazileri nasıl, ne ekip biçiyorlar diye yan gözle etrafı süzüyordum. Arazi çok taşlık, kayalık. Olsa olsa hayvancılık yapılır. Aracın camını indirip havayı koklayınca tespitimin çok doğru olduğunu anlıyorum. Damlar hayvanlar ile dolu.
Aniden birkaç çocuk koştura koştura etrafımda dolanmaya başlıyor. Çok keyifli ve neşeliler. Al al yanaklı ve bir o kadar da döküntü kıyafetler içerisinde bağırış çağırış koşuşturuyorlar. Ben de onlara göz kırpıp yavaşça ilerliyorum. Birden koyun sürüsü içerisinde buluyorum kendimi. Peşlerinden çobanları beliriyor. Tabii ben, en derin saygılarım ile koyunların geçişini selamlarken çoban amcam yavaşça yanıma yaklaşıyor. “Evlat hoş geldin, nereye böyle, kaybolmadın inşallah!” deyiveriyor. E adamcağız haklı, Allah’ın dağında, saçları yarı belinde bir üniversite öğrencisinin koca kartal araba ile bu köyde ne işi olabilir ki! Kesin kayboldu. “Yok amcacım, deprem araştırması için geldim. 5 gün boyunca, ileride ölçüm yapacağım. Çadırda kalacağım. Sağ olasın.” cevabını veriyorum. “Haa… Tamam o zaman evlat. 3 sene önce de senin gibi delikanlılar gelip çalışmışlardı. Eğer bir ihtiyacın olursa hemen gel. Yatak var, yemek var, her şeyimiz var çok şükür. Sakın çekinme emi, bak bizim ev az aşağıda, aha şuracıkta.” demez mi! Hem de en içten şekilde ve 32 dişi pırıl pırıl, gözleri ışıl ışıl parlayarak. Bu yoklukta, her şeyi paylaşmaya hazır, ruhunun derinliklerine kadar hayatıyla barışık ve mutlu bir halde…
Şimdi ben bunları neden anlattım açıklayayım. Uzun zamandır Hanife Hanımın yöneticiliğini yaptığı paramedya hesabını takip etmekteyim. Kendisi ile yazdığım “Yakala” adlı kitabın tanıtımı vasıtası ile tanıştım. O zamandan beri benim de eski bir ferdi olduğum bankacılık sektöründeki sıkıntıları her açıdan anlamaya çalışmaktayım. Bu süreçte de “kötü yöneticilik”, “mobbing”, “kabul edilemez hedefler” üzerine inanılmaz paylaşımlar yapıldı, yapılmaya da devam ediliyor. İnsanlar yaşadıklarını en ince ayrıntılarına kadar anlatıyorlar. Çok can sıkıcı ve kabul edilemez detaylar ortaya çıktı. Hatta nerede ise kötü yöneticiler ifşa edileceklerdi. Ciddi bir süre konuşuldu. Eşim de eski bir banka çalışanı ve şubeci olduğu için çok iyi bildiğim ve insanların ne yaşadığını anlayabildiğim bir konu. Buraya kadar da bir sıkıntı yok.
Ta ki bana bu yazıyı yazdırtan, Hanife hanımın yaptığı ankete kadar… Anket, “Bankacılık sektörünün en büyük sorunu nedir?” sorusu! Hem çalışan hem yönetici tarafında yer almış eski bir banka çalışanı olarak tüm deneyimlerimden bu soruya verilecek cevabın “yöneticilerin kalitesi” seçeneği olmasını beklerken; sonuç ezici çoğunlukla “kariyer planlaması” çıkınca, benim meşhur çoban amcamın o meşhur gülümsemesi geldi aklıma… Gördüklerime, okuduklarıma inanamadım!
Her günü toplantılar, uzun mesailer, acımasız hedefler, telefon tacizleri ile geçen insanlardan bahsediyorum. Yaşadıkları güne nerede ise bin ah sıkıştıran ve nerede ise tamamının üniversite mezunu olduğu bu güruhun en büyük sorunu “kariyer planlaması” imiş. Yani neymiş, onlar da bir an önce o çok sevdikleri yöneticilerinin pozisyonuna gelmek ve onların çok sevdikleri süreçlerini sürdürmek istemekteymişler. Ve tabii bir de hayalleri o çok sevdikleri “mobbing” mesajlarını kendilerinin yazmak istemeleriymiş…
Buraya bir şerh koyayım ama… “Tabii ki öyle olmayacak, ben o unvana gelip her şeyi değiştireceğim!” diye düşünüyorsanız ne mutlu. Ama bunu denemiş ve çok büyük sıkıntılar çekmiş biri olarak size sadece başarılar dilerim. Temelde nafile bir girişim olduğunu çok iyi biliyorum, maalesef!!!
Eğer şerh koyduğum duruma girmiyorsanız, bilin ki zihnimin derinliklerindeki “çoban amca” size kahkahalar ile gülmekte. Anlayacağınız üzere bu, ağlanacak halimize gülme durumu elbette. Dev bir hiçliğin, yokluğun, tabiri caiz ise “cehaletin” içinde, ücra bir köyde “ne yapacağını bilen” ve “mutlu” olan çoban amcamız; Türkiye’nin en büyük kentlerinde, en nezih mesleğini icra eden, en “eğitimli” insanların oradan oraya savrulmalarına gülmeyecekte kim gülecek!!!
Seni her gün şikâyet ettiğin hayatta bir kademe yukarı çıkmak, sana yapılanları senin başkalarına yapmaya başlaman, 5 alırken 6 almak seni mutlu edecek mi iyi düşün. En azından ben olmadım, olanı da görmedim.
Mutlu musun değerli kardeşim, önce ona karar ver. Eğer mutlu isen neden mobbing mesajına, toplantılara, ya da yoğun tempoya takılıyorsun. Zaten bu süreç seni tanımlıyor. Bu ilerlemek istediğin süreç değil mi? Ama mutsuz isen, mevcut “hamster” kafesinden çıkmaya neden çalışmıyorsun? Neden kendini kandırıyorsun? Neden seni gerçekten “mutlu” edecek hayata odaklanmıyorsun? Acaba “mutluluk” ne biliyor musun? Gerçekten bu soruyu kendine hiç sordun mu?
Değerli dostum, kendine bir iyilik yap ve 5 yıl sonra ne yaparken kendini görmek istediğini kendine sor. O yapmak istediğinin seni ne kadar mutlu edeceğini hayal et. Ve bu isteğin için nelerden vazgeçeceğini ve nasıl değişmen gerektiğini belirle. Buna her açıdan hazır olmak için tüm gücünü topla, planlarını yap ve harekete geç. Değiş. Bu kabul edişi tüm sevdiklerin ile paylaş ve onları da paydaş yap.
Ve bil ki, sen bunu planlayıp yapmaz isen, hayat kendi bildiği gibi yapar ve bu senin pek de istediğin gibi olmaz. Bin ahlara, kariyer planlamalarına sıkışıp kalırsın… O nedenle acele et, yarın değil bugün başla…“