19TÜRKİYE EKONOMİSİNİN KISIR DÖNGÜSÜ VE ÇÖZÜM
Normal bir piyasa ekonomisinde olmaması gereken, kaynakların etkin bir şekilde dağılmasına engel olan kararların alındığı ve ülkenin en kıymetli iktisatçılarının bu kararların ne anlama geldiğini ve olası sonuçlarını detaylarıyla açıklamaya çalıştığı bu günlerde amacım Türkiye ekonomisinde neyin yaşanmakta olduğunu bir kez daha hatırlatmak. Aslında (neredeyse) sağ duyu sahibi herkes ne olduğunun iyi kötü farkında ama yine de olup bitenin genel çerçevesini tekrar sunmanın faydalı olacağını umuyorum.
Türkiye’nin ana sorunu bu ülkede üretilen mal ve hizmet miktarı ile tüketilen mal ve hizmet miktarı arasındaki fark. Türkiye ürettiğinden fazlasını tüketiyor. Ortaya çıkan açık yurt dışından karşılanıyor. Siyasetin ya da iktidarların görevi de toplumu doğru yönlendirerek bu açığın makul yöntemlerle kapatılması olmalı. Üretim-tüketim dengesizliği ya bir şekilde talep kısılarak giderilmeli, ya da ülkenin üretim kapasitesi sürdürülebilir büyümeyi teşvik edecek şekilde artırılmalı, ya da ikisi birden yapılmalı. Siyaset ya da iktidarlar popülist politikaları nedeniyle bu dengeyi sağlayamıyorlar. Vatandaşlar da hayat pahalılığı ya da işsizliğin kendini yoğun şekilde gösterdiği ciddi bir ekonomik krizle karşılaşana kadar işlerin yanlış yürüdüğünü fark etmiyor, siyasetten kısa vadeli çıkarlarını maksimize edecek faaliyetler bekliyorlar.
Hükümetler doğru liderlik yaparak üretim kapasitesini genişletecek uzun vadeli tedbirler içeren, kurumları güçlendiren, hukukun üstünlüğünü, adaleti, şeffaflığı, hesap verebilirliği, demokrasiyi öne çıkaran, üretkenliği teşvik eden, eğitim ve beceri düzeyini yükselten politikaları benimsemiyorlar. İktidarlar, iktidar olmanın nimetlerinden yararlanıyor, kendi zenginlerini yaratıyor veya büyütüyorlar. Üretim ve tüketimi eşitleyecek, ya da üretim fazlası yaratabilecek tedbirleri almak yerine iç ve dış borçlanmaya dayanan yapay bir zenginlik yaratarak mümkün olduğu kadar oylarını maksimize etmeye çalışıp, iktidarlarını muhafaza etmek istiyorlar.
Yapısal tedbirler alınmayıp üretim – tüketim dengesi sağlanmadığı zaman ekonomik hayatı belirleyen iki parametre olan faiz ve kur işlerin iyi gitmediğine dair sinyaller vermeye başlıyor. Genelde bu parametrelerin yükselmesi talebin kısılması gerektiği anlamına geliyor. Dikkatler bu parametrelerin hareketlerine yoğunlaşmaya başlıyor. Bu parametrelerin biri veya ikisinin birden yükselmesi gelir dağılımı bozuk, işsizliğin yüksek olduğu ülkemizde vatandaşın hayatını idame ettirmesini zorlaştırırken, siyasi tercihlerini iktidarın aleyhine çevirmesine yol açıyor. Sesler yükselmeye başlıyor.
İktidarlar bu bozulmayı görüyorlar ve de yükselen sesleri duyuyorlar. Seçim zamanı yaklaştıysa bir takım geçici tedbirlerle gerekirse devlet veya ülke ekonomisi adına riskler almak pahasına bu düşüşü geciktirmeye çalışıyorlar. Özgün çözümlerin devreye sokulması ise ister istemez işlerin oldukça olumsuz bir noktaya geldiğinin, denizin bitişinin önemli işaretlerinden biri oluyor. Süper Döviz Hesabı (SDH), Kredi Mektuplu Döviz Tevdiat Hesabı (KMDTH), Permi Kolaylığı Sağlayan Döviz Hesabı, Dövize Çevrilebilir Mevduat (DÇM), Kur Korumalı TL. Vadeli Mevduat, Süper Emeklilik, Aktif Rasyosu, vs. gibi piyasa ekonomisinde yeri olmayan önlemler devreye sokuluyor.
Bundan sonraki aşamada bir kitlenme noktasına geliniyor. Burada işler içinden çıkılmaz, ekonomi döndürülemez hale geliyor ve seçim zamanı yakın değilse erken seçim, yakınsa zamanında seçim yapılıyor. Sonuçta, büyük bir olasılıkla iktidar değişiyor.
Yaşamım boyunca ülkemizde dört büyük iktisadi kriz gördüm. 1979’da başlayan ve derinleşen ekonomik kriz, 1994 krizi, 2001 krizi ve bugün içinde yaşadığımız bu kriz. Dördünün de ucu dış ödemeler dengesi ve döviz darboğazı krizine bağlanır ve kurların olağanüstü sıçramasıyla kendisini afişe eder.
1979’da yaşadığımız krizde 1973 ve 1979 küresel petrol şoklarının da büyük etkisi olmuştu. Sanayileşmiş ülkelerin tamamı, gelişmekte olan ülkelerin de pek çoğu bir şekilde bu şoka uyum sağlamıştı ama biz bu şoku iyi yönetememiş ve krize girmiştik. Bugün yine küresel ölçekte bir şok ekonomimize baskı yapıyor, pandemi dünyanın pek çok ülkesini olduğu gibi bizim ekonomimizi de kemiriyor ama bizi özel kılan, bugün politik/ekonomik bir deneyin içinde hapis kalmış durumda olmamız. Dünyada tüm ülkelerin faiz artırdığı bir dönemde Türkiye faiz indiriyor, duyulmamış banka hesabı modelleri ile günü kurtarmaya çalışıyor. 1979’da olduğu gibi, küresel krizin Türkiye’de dünyanın diğer ülkelerine göre daha fazla hasar yaratması olasılığı artıyor.
Pek çok ekonomist ve göstergelere göre Adalet ve Kalkınma Partisi özellikle 2011 yılına kadar ekonomi yönetiminde başarılıydı. Güçlü ve mantıklı bir ekonomi kurmayları kadrosu vardı. Bir taraftan milli gelir artışı sağlanırken diğer yandan gelir dağılımında da iyileşmeler sağlandı. Bununla birlikte, son on yılda, 2011 yılı öncesinde ekonomik başarılarının temelini oluşturan serbest piyasa ekonomisi prensiplerinden, mali disiplinden ve merkez bankasının bağımsızlığı konusundaki hassasiyetlerinden saptılar. Maastricht ve Kopenhag kriterlerinden yola çıkıp, Ankara kriterleri, Çin Modeli, Nass ve Bakara suresine kadar uzanan bir tutarsızlık uçurumuna yuvarlandılar.
Çözüm: Erken Seçim
Kamu yararını sağlayacak en makul yol “erken seçim” olarak görülüyor. AKP’nin ekonomiyi yönetme şekli olağanüstü güven kaybetti. TL.nin hızlı değer kaybı, kurların oynaklığı, faiz kararlarındaki tereddütler, CDS’lerin tarihi zirve seviyelere çıkması, TCMB ve TUİK başkanlarının, Hazine ve Maliye Bakanlarının sık ve ani değişimleri, şeffaflık ve hesap verebilirliğin çok zayıflaması, kurumlara güvenin azalması, net rezervlerin eksiye geçmesi, ekonomi yönetiminin öngörülemezliği bu güven kaybının önemli nedenlerini oluşturuyor.
İktidar erken seçim taleplerini reddetse de attığı adımlar bir erken seçim ihtimalinin de çok arka plana atılmadığı izlenimi veriyor. Faizlerdeki olağanüstü indirim, asgari ücrete yapılan zam, hazineye ve TCMB’ye yeni yükler getiren Döviz Korumalı Mevduat uygulaması sanki yakın bir zamanda yapılması planlanan bir seçime yönelik hamleler gibi gözüküyor. Bu hamleler dikkatli ve iyi düşünülerek yapılmazsa ekonomide yeni şoklar ve olumsuzluklar yaratabilir. İktidar hiç kuşkusuz ki bu hamlelerin etkilerini izleyerek erken seçim kararı alma veya almama yollarından birini seçecek.