Deveye sormuşlar; İnişi mi seversin? Çıkışı mı?
Deve cevap vermiş: Düze kıran mı girdi?
Erdoğan: ‘’ Yüksek faiz ve düşük kur üzerine kurulu sömürü düzeni ülkemize tekrar dönemeyecek ‘’ diyor. Gerçekten 2012 ‘ye kadar devam eden yüksek faiz düşük kur , üretimi ithalata bağımlı yaptı. Çünkü düşük kurla ithal etmek içerde üretmekten daha ucuza geliyordu. İplik fabrikaları kapandı. Pamuk ekimi durdu. Üretimde ithal girdi payı yüzde 40 , ihracat malı üretiminde yüzde 80 oldu. Cari açık arttı. Dış borç stoku büyüdü.
Bu yanlışı o zaman herkes dile getirdi. Ama bu düzeni yürüten de bu gün şikayet eden de eski Başbakan ve bu günkü Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır.
Bu gün , tersine yüksek kur düşük faiz dönemi başladı. Üretimde ithal girdi payı azalmadı. Çünkü ithal girdinin içerde üretimi için yatırım yok. Yatırım için Hukuk ve demokrasi ve güven altyapısı yok. Dahası artık Türkiye yüksek teknoloji üretmiyor. Tekonoloji ithal etmek zorundadır .Yani yüksek kur düşük faize rağmen üretimde ithal girdiye bağımlılık devam ediyor.
Öte yandan faizleri bu kadar düşürmek TL krizini derinleştirdi. İlave istikrar sorunu ortaya çıktı. Yüksek enflasyon , ilaç ve gıda kıtlığı , iflaslar ve dış borçlarda temerrüt riski arttı.
İktisat insanlık tarihi boyunca var. Sonradan bilim haline geldi. Alfabesi ise , insan refahı için ‘’iktisadi denge ‘’ dir.
Kur ve faiz dengesi varken, neden yüksek veya düşük faiz, neden yüksek veya düşük kur ? Bu ne akla nede iktisat mantığına ve nede iktisat bilimine uyar.
Durgunluk ve enflasyonist dönemlerde kamu harcamalarını kısmak veya artırmak suretiyle bütçe fazlası ve açığı verilebilir. Eğer sabit veya yarı sabit kur politikası varsa , yatırım ortamı varsa ekonomiyi canlandırmak için ülke riski ve enflasyon dikkate alınarak faizler ayarlanabilir. Ancak ülke riski 520 baz puan iken , enflasyon yüzde 22 iken , Merkez Bankasının talimatla gösterge faizini yüzde 14 olarak , yani enflasyon ve CDS oranından 13,2 puan daha düşük belirlemesi istikrara dinamit koymak anlamına gelir. Bu kadar yanlış bilmeden yapılabilir mi ?
Özetle ;Dünyada krizi daha derin bir krizle çözmek anlayışı bir ilktir.
TL krizinin derinleşmesi , iktidardan beslenen bir azınlığı etkilemez. Hatta dolar kuru ile talep garantisi verilen müteahhitlerin karını ona katlar , ama halkın yüzde 70’ini sıkıntıya sokar. İşletmelerin zora girdiğini , Odalar Birliği , TÜSİAD, İstanbul Sanayi odası açıkladı. Siyasi iktidarın çıkar sağlayarak iktidarda kalması mümkün değil. Ayrıca bir istikrar programı hazırlaması da imkansızdır.
Bu şartlarda Türkiye’yi önde tutmak istiyorsak , iki çözüm var;
Martta erken seçim ;
İMF’ ye gitmek.
İMF’ ye karşı hepimizde bir tepki var… 2001 krizinde sabit kurdan 180 derece tersi dalgalı kur sistemini getirdi. Kemer sıkma politikası olarak Ücret ve maaşlar hedef enflasyona göre tespit edildi. Ama gerçekleşen enflasyon daha düşük çıkınca işçi ve memur karlı çıktı. Tarımsal destekler yarı yarıya azaltıldı. Çiftçi kaybetti.
Ancak program üç yıllık idi. AKP ise tarımsal destekleri azaltmaya devam etti. Kendisi 2006 yılında tarımsal destekler milli gelirin yüzde birinden az olamaz diye kanun çıkardı. Kendi çıkardığı kanuna uymadı. Tarımsal destekler milli gelirin yüzde biri bile olmadı ve en fazla yüzde 0,67 oldu. Son yıllarda yüzde 0,44’e düştü.
İMF’ bizim de payımız olan bir fondur. Eğer stand -bay düzenlemesi yaparsak , aynı zamanda istikrar programı yapmak zorunda kalırız. Kredi olarak en az 50-60 milyar dolar girer. Ayrıca İMF yabancı sermaye açısından Türkiye için bir çıpa olur.
İMF’ ye gitmek hepimizi üzer , ama ekonomik buhranın derinleşmesi Türkiye’nin geleceğini riske atar. İMF’ ye değil , İMF’ ye muhtaç edenlere kızalım. Denize düşen yılana sarılır.