İnşaat yapan bir arkadaş anlatıyor… ”Demir almak istedim. İlk gün henüz fiyat belirlenmedi. Saat 15,00’te belli olur. Dediler. Saat 15.00 oldu. Kur aşırı haraketli yarın bakalım dediler. Demiri iki gün sonra alabildim.”
Tershaneden fiyat alan başka birisi anlatıyor… ”Montaj için fiyat istedim. Euro olarak verdiler. Oysaki montaj maliyeti içinde ithal girdi yüzde 10 dolayındadır. Yüzde 90 işçiliktir.” Yani işçilikte Euro’ya bağlandı.
Önceleri Türkiye’de çift para sistemi vardı. Şimdi fiilen TL kalktı. Piyasa TL kabul etmiyor. Artık tek para olarak dolar veya Euro kabul ediyor.
Milli Parası olmayan bir ekonominin iktisat politikası olmaz ve bu durum sürdürülemez.
Merkez Bankası, önce kuru piyasa belirler, müdahale etmeyeceğiz dedi. Sonra 500 milyon dolar satacağını söyledi. Ama 500 milyon dolar kuru etkilemez. Etkili olması için 10 milyar doların üstünde bir satış yapması gerekir. Kaldı ki hem net rezervi eksi, hem de satsa bile geçici olur. Zira bir yandan Cumhurbaşkanı isteyerek, ”yeni bir politika deniyoruz… Kur artarda düşerde, düşük faiz devam edecek ”diyerek, kur artışını körüklüyor. Öte yandan Merkez Bankası bağımsız değil ve yarın ne yapacağı da belli değil. MB’ye olan güven de dip yapmış. TL’ye hakim değil.
Cumhurbaşkanı tek başına kuru bilinçli olarak artırdığı için ve bunu politika olarak benimsediği için, iktidar açısından çözüm diye bir sorun yoktur. Cumhurbaşkanı çözümü düşük faiz yüksek kur olarak görüyor.
Böyle bir politika, normal bir ekonomide denenebilir. Ama yine de kur şokları bozucu etki yapar. Türk ekonomisinin içinde bulunduğu konjonktürde, üretimi dışa bağımlı olan bir ekonomide, Milli paranın geçmediği bir ekonomide, tek çözüm yolu, TL’nin geçerli para olması için faizleri artırmak ve İMF’ye gitmektir. İMF’den gelecek 100 milyar dolar ancak kurları etkiler.
Denenen politikanın ilk etkisi; ithal girdi ve içerde dolarla işlem yapılması nedeniyle önceden bindirmeli enflasyondur. Enflasyonun yaratacağı sorunlardan birisi, TÜİK’in enflasyonu ne kadar doğru açıklayacağı konusunda toplumda oluşan kuşkulardır. Toplum; açıklanan enflasyonun yaşadığı enflasyondan çok farklı olduğunu görünce, devlete karşı güven sorunu oluşuyor.
İkincisi, ücret ve maaşlar, açıklanan enflasyona göre düzeltildiği için, işçi ve mamurun satın alma gücü düşüyor. Dahası büyüme var deniliyor ve fakat işçi ve memura büyümeden pay verilmiyor. Kabaca maaş ve ücretler hiç olmazsa mutfak enflasyonu kadar yüzde 30 ve büyüme yüzde 7 olarak, yüzde 37 ile yüzde 40 arasında artırılmalı ve asgari ücret vergi dışı tutulmalıdır.
Üçüncüsü; üretimde yavaşlamadır. Sanayici, depodaki malını satmıyor. Bekletiyor. Çünkü kurdaki hızla artış nedeni ile aynı malı yerine koyamayacağını biliyor. Mamafih, yazın hareketlenen üretim, dördüncü çeyrekte eksi değere düşebilir.
TL bu kadar hızlı değer kaybederse ve kriz derinleşirse, içerde Döviz borcu olanların ödeme sorunu ve bankaların dönmeyen kredilerinde risk daha da artar. Bankalar da zora girebilir. Türkiye’ dış borçlarında temerrüt yaşayabilir.
İnşallah bu sorunları yaşamayız. Ama risk büyüktür. Aslı sorun da ekonomik sorunlar nedeniyle Türkiye’nin zayıf görünmesi ve komşu ülkelerden gelebilecek dış tehdittir.