ENFLASYON HEDEFLEMESİNDEN CARİ FAZLA HEDEFLEMESİNE
20 Ekim 2021 tarihli son yazımda Türkiye’deki günübirlik ekonomi politikalarından bahsettiğim bölümde piyasaların her an ekonomi yönetiminin ansızın, öngörülemeyecek bir parlak fikri daha hayata geçirmesi ihtimalinin endişesini yaşadığını ifade etmiştim. Yazıdan bir hafta sonra yine bu endişelerin ne kadar haklı olduğunu gösteren bir başka gelişme yaşandı. TCMB Başkanı Şahap Kavcıoğu, Enflasyon Raporu 2021-IV’ün tanıtımı amacıyla 28 Ekim’de yapılan toplantının soru – cevap bölümünde fiyat istikrarının sağlanmasında cari açığın fazla vermesinin önemine vurgu yaptı. Kavcıoğlu’na göre Türkiye’de fiyat istikrarını ve de hatta finansal istikrarı tehdit eden ana faktör cari açık. Bu yaklaşım çerçevesinde özellikle ihracatı artırıp, cari fazla verince Türkiye’nin hem dış finansman sorunu çözülmüş olacak hem de döviz ucuzlayacak, bu da fiyat istikrarını sağlamış olacak.
TCMB başkanının enflasyonla mücadelede en önemli silahın cari açığı kapatmak olduğu düşüncesini böyle altını çizerek ileri sürmek için neden altı ayı aşkın bir süre beklediğini anlamak zor. Bir iktisat profesörü olarak zaten bu görüşteyse bunu göreve geldiğinde en baştan kamuoyu ile paylaşabilirdi. TCMB Başkanlığı öncesindeki para politikası ve merkez bankacılığı ile doğrudan ilgili olmayan akademik çalışmalarında veya gazete yazılarında “cari fazla sağlanırsa fiyat istikrarı gerçekleşir” şeklinde bir görüşü yok. Bu sonuca, TCMB’de görev yaptığı altı ay içinde mi, son birkaç ay içinde mi yoksa raporu sunmaya beş dakika kala mı ulaştı? Bunu bilemiyoruz. Bu, tabii ki hiç güven verici bir durum değil. Güveni daha çok sarsan bir gerçek de Para Politikası Kurulu Ekim ayı toplantı özetinde ve de enflasyon raporunda TL.’nin değer kaybının cari fazla yaratacağı ve enflasyonun bu yolla düşeceğine ilişkin bir ifadenin yer almaması.
Tamam, PPK özetinde ve Enflasyon raporunda bu konudan söz edilmemiş. Peki geçen Eylül ayında açıklanan 2022-2024 Orta Vadeli Program? Orada cari dengeye nasıl bir rol biçilmiş? Programda cari denge ile ilgili olarak şu ifade ön plana çıkıyor: Mal ihracatındaki artışın önümüzdeki dönemlerde devam etmesi, ithalatta dışa bağımlılığı azaltacak politika ve tedbirlerin uygulanması ile hizmet gelirlerinin önümüzdeki dönemde yükselmesiyle birlikte cari işlemler açığının GSYH’ya oranının kademeli bir şekilde azalarak 2024 yılında yüzde 1 seviyesine gerilemesi öngörülmektedir. Cari işlemler dengesindeki iyileşmeye paralel olarak dış finansman ihtiyacının azalması, dış finansman kaynaklarından ise teknoloji transferi sağlayan uluslararası doğrudan yatırımlar başta olmak üzere uzun vadeli sermaye girişlerinin öne çıkarılması amaçlanmaktadır. Burada cari dengeye enflasyonu aşağı çekme yönünde bir rol verilmediği açıkça görülüyor. Ayrıca program, bırakın fazla vermeyi, 2024 yılında 10 milyar dolarlık cari açık öngörüyor. Cari fazla bu durumda 2025 yılında mı verilecek? Ne miktarda bir cari fazla enflasyonun düşmesini sağlar? Turizmin rolü ne olabilir? Elimizde bunları açıklayan resmi bir hazırlık ya da araştırma yok. Kamuoyu ve piyasalar bu rapor ve planlara göre mi hareket edecek? Yoksa TCMB Başkanının soru-cevap bölümündeki konuşmalarına göre mi?
ENFLASYONUN DÜŞÜRÜLMESİ MÜMKÜN MÜ?
Peki, cari fazla yaratılarak enflasyonun düşürülmesi mümkün mü? Diğer bir soru da bu argümanın yine gıda komitesi, fiyat istikrarı komitesi, çekirdek enflasyon, erken uyarı sistemi, fahiş fiyatlarla mücadele gibi günü kurtarmaya yönelik çıkışlardan biri olduğu ve dolayısı ile ciddiye alınmasının gerekip gerekmediği. Çok iyimser bir yaklaşımla ciddiye alınması gerektiğini düşünüp, tartışmaya başlanıldığında ise aşağıdaki soru işaretleri ortaya çıkıyor.
Kavcıoğlu’nun ifadeleri ciddiye alındığında, ihracata dayalı bir büyüme modeli ile enflasyon hedeflemesinin bir arada yürütülmek istendiği izlenimi ediniliyor. Başkan, pandeminin yarattığı tedarik sıkıntılarının Türkiye tarafından avantaja çevrilebileceğini, faizlerin düşürülmesinin, kurun yükselmesinin, TCMB’nin ihracat reeskont kredilerinin daha yüksek düzeyde ve daha seçici yaklaşımlarla verilmesinin bu sürecin önünü açan bir hamle olduğunu ifade ediyor. Ama ülkenin parasının değer kaybetmesinin ihracatı artırabileceği iddiası çok tartışmalı bir konu. Çok basit bir örnek 2014 – 2020 dönemi için verilebilir. Tablo 1’de 2014’de ortalama 2,19 TL. olan TCMB dolar döviz alış kurunun, TL’nin olağanüstü değer kaybetmesi ile 2020’de 7.01’e ulaşmasının ihracat üzerinde bu kadar fazla değer kaybına değecek bir artış sağlamadığı görülüyor. Bu görünümü destekleyen çok kapsamlı araştırmalar da var.
Örneğin; merkez bankalarının faiz indirimlerinin tatmin edici ihracat artışı getirmediğinin gözlendiği bir başka dönemde, Ağustos 2015’de, Dünya Bankasının yayınladığı “İhracatsız Devalüasyon” başlıklı çalışma aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 46 ülkenin küresel tedarik zincirine entegre durumda olmaları nedeniyle, yaptıkları devalüasyonların ihracatı artırmada etkisiz kaldığını ileri sürmekte. Çünkü küresel üretim zincirine entegre olmuş ihracatçının ürettiği nihai malın bünyesinde ithal ara mallarının da bulunması kur artışının maliyetlere de yansımasına yol açmakta. Kur artınca ihraç malının maliyeti de yükselmekte ve rekabet avantajı kaybolmakta. Diğer yandan, eğer ihracatçı doğrudan ülkesinde üretilen bir ara malını satıyorsa, kurun yükselmesi sonucunda ihracatın artması tedarikçilerine olan talebin artmasına, maliyetin yükselmesine ve rekabet avantajının kaybolmasına yol açmakta. Araştırmaya göre kur artışı sadece tamamen ülke içinde üretilen ve ihraç edilen nihai malların rekabet gücünü artırmakta.
Faizi indirerek ve kuru artırarak ihracata yönelik büyüme yoluyla cari fazla oluşturmak ve bu şekilde enflasyonu düşürmek iddiası ile ilgili bir başka sorun da kurun yükselmesi ile ülkede fiyatların hızla yükselme olasılığının ortaya çıkması. Yani bu yaklaşım bizzat yeni bir kur – enflasyon sarmalı oluşturma potansiyeline sahip.
Kurların yükselmesinin fakirleştirici etkileri de endişe yaratan bir husus. Koç Üniversitesinden Prof. Dr. Selva Demiralp “Değersiz Türk Lirası ile iç talebi boğup, ihracatı artırmayı hedeflemek eve aldığınız pastayı çocuklarınızın önünden çekip, misafire saklamaya benzer” ifadesini kullanarak, bu politikanın halkın refah seviyesini düşüreceğine dikkat çekiyor.
Peki cari fazla hedefi koymak merkez bankasının görevi mi? Banka bu görevi yerine getirmek için yeterli araçlara sahip mi? Marmara Üniversitesinden Burak Arzova’ya göre TCMB’nin cari fazla hedeflemesi bir çocuğun sapansız kuş avına çıkması ile aynı şey.
Çok değerli zaman hızla akıp gidiyor. Para politikası ve para politikasını yönetenler de sürekli olarak ve çok hızlı değişiyor. Bu da bizi çok üzüyor.
.