Arjantin, İkinci Dünya Savaşı’ndan önce dünyanın en zengin 7 ülkesi idi. Bugün ki durumu ortada. Peki Arjantin nasıl böyle oldu ve Türkiye yeni bir Arjantin olma yolunda mı? Prof.Esfender Korkmaz yazıyor:
Sosyal medyada Yalıkavak-Bodrum’dan, bir lokantanın adisyonu dolaşıyor. 4 kişi 3760 lira, servis ücreti 342 lira, bir su 40 lira, bir kadeh viski 500 lira. Başka bir lokantaya ait adisyon, lahmacun 98 lira, 3 istakozlu makarna 1785 lira. Oysa ki yasal olarak Bodrum belediyesinin fahiş fiyat uygulamasını önleme yetkisi var.
Piyasa ekonomisinde fiyatları arz-talep belirler. Aşırı pahalı mallara talep olmaz. Satıcı fiyatı düşürmek zorunda kalır. Ancak Türkiye’de iki piyasa var… İkinci piyasa ekonominin tahminen üçte birini oluşturan yeraltı ekonomisidir.
Kara para iddialarının odağındaki Bodrum Paramount Otel’de gecelik fiyatın 100 bin dolar olduğunu ve kimlerin kaldığını Sedat Peker açıkladı.
Yüksek fiyatlar devam ettiğine göre, demek ki her zaman bu paraları ödeyenler var. Spekülatif yollardan, yeraltı faaliyetlerden para kazananlar için bu fiyatlar önemli değildir. Ya da yüksek fiyatlarla kamu özel iş birliği yolu ile devletten ihalesiz ihale alanlar için de fiyatlar önemli değildir. Onun için de talep var ve fahiş fiyat devam ediyor.
Devletin görevi yeraltı ekonomisini önlemektir. Devam etmesi aynı zamanda zihinlerde; acaba siyasi iktidar ve belediyeler panik içinde ekonominin çarkları durmasın diye mi yeraltı ekonomisini önlemek istemiyor? Yoksa, önlemeye güçleri mi yetmiyor veya bu ekonomi içindekiler aynı zamanda siyasi alanda etkili insanlar mıdır? sorularını gündeme getiriyor.
IMF raporuna göre Türkiye, dünyada konut fiyatlarının en fazla arttığı ülke oldu. Bunun bir nedeni panik halinde TL’den kaçıştır. Diğer neden ise gelir dağılımında aşırı bozulmadır.
Pandemi ortamında gayrimenkul fiyatları son iki yılda yazlık ve açık alanlarda yüzde 200, şehirlerde yüzde 100 arttı. Buna rağmen talep devam ediyor. Fiyatlar ne kadar artarsa artsın gayrimenkul alanlar var. Ama bir yandan da atıl iş gücü olarak 17 milyon işsiz, aileleri ile 30 milyon insan yoksulluk sınırında, karnını zor doyuruyor. 1000 lira için siyasi iktidarın eline bakıyor.
Enflasyonda da panik yaşıyoruz. Üretici ve satıcı fiyatları kur artışından daha fazla artırıyor. Bunu nedeni istikrarsız, kırılgan spekülatif ve oligopol piyasa yapısıdır. Piyasa, fırsatçılığa açıktır. Toptancı depodan çıkışı, en yüksek kurdan yapıyor. Perakendeci de vitrindeki eski ithal malları da yeni kurdan hesaplıyor. Aksi halde yerine yenisini koyamayacağını biliyor. Dahası aynı perakendeci vitrindeki yerli malların fiyatını da artırıyor.
Devlette çete şaibesinin oluşması ve tartışılan siyasilerin çetelere desteği iktisadi ajanların moralini bozdu. Herkes panik içinde geleceğinden endişe ediyor. Elindeki fırsatı kullanıyor. Pahalı satıyor. Yargıya müdahale, otokrasiye gidiş de işin tuzu biberi oldu.
Özetle Türkiye son beş yıldır, Cumhuriyet döneminde hiç tanışmadığı, ekonomide panik dönemini yaşıyor. Bu paniği önlemek için, ekonominin hukuki ve demokratik altyapıya kavuşması, özellikle siyasi güven oluşması gerekir.
Arjantin, İkinci Dünya Savaşı’ndan önce dünyanın en zengin 7 ülkesi idi. Sonrasında darbeler oldu. Demokrasi ve hukuk rafa kaldırıldı. Peronizm çıkar hedefli oldu. Carlos Menem döneminde yolsuzluk arttı. Bu gün IMF’den 57 milyar dolar kredi desteği aldığı halde ekonomisi düzelmedi. Çünkü siyasi altyapıda iyileşme olmadı.
Türkiye’de siyasi güven oluşmazsa bu panik bitmez. Tek çözüm demokratik ve hukuki altyapıyı yeniden kuracak ve siyasi güven sağlayacak yeni bir siyasi iktidardır.