Bankacıyı nasıl sıfırladılar?

Kendini seven, kendine güvenen ve birçok dalda birçok başarıya imza atarak büyümüş bir karakter bankacılığa başladıktan sonra  sonra hiçbir işe yaramayan, başarısız, aciz bir insan olduğuna nasıl inandırıldı? Bir bankacı yakınının kaleminden…
Çok yakından tanıdığı bir bankacının hayatını ve yaşadıklarını anlatan bankacı olmayan birinin kaleminden:

Paramedya’daki yazıda bölge müdürlüklerinden, mobbingten bahsedilmişti. Yanımdaydı. Okudu, bir daha okudu, düşündü.
Bankacı kimliğinden çıkıp uzaktan bir göz olarak değerlendirmek istedi kendini, bankacıları.
Bankacılık tam da yapmak istediği meslekti aslında. Ekonominin göbeği.
Tam da olmak istediği yer. Peki nedendi o zaman bu kadar stresi?
Olduğu yeri sorgulayışı?
Tabii gördüğü muameledendi, yöneticilerindendi. Bahsettiğim kişi Türkiye’nin en iyi kolejlerinden birinde okumuş, 2 dil öğrenmiş, 2 bölüm bitirmiş üstüne de mastır yapmış bir bankacı.
Kendini seven, kendine güvenen ve birçok dalda birçok başarıya imza atarak büyümüş bir karakter. Bu mesleğe girdikten bir süre sonra hiçbir işe yaramayan, başarısız, aciz bir insan olduğuna inandırıldı. Üzerine olması gerekenden fazla iş yükü verilmesine rağmen, yönetici baskısını yöneterek senelerce terfi de alarak bu mesleği yapmış olan biri…kapasitesiz olduğuna inandırıldı. Hiçbir işe yaramayan, her an kapının önüne atılabilecek, değersiz bir personel olduğunu hissederek çalıştı.
Bu sadece ona özel bir durum değildi tabi.
Birçok şubeci bu durumdaydı. Çünkü böyle hissettirildiklerinde onları bastırmak daha kolaydı, istenildiği gibi kullanmak, sömürmek daha kolaydı. Yöneticilerin çalışanlar üzerindeki ego tatmini de diyebiliriz. Büyük uğraşlar sonucu alınan unvanların acısını çıkarmak adına, ses çıkaramayışların üzerine zevk alarak gitmek de diyebiliriz. Ne dersek diyelim işini severek yapan, aldığı paranın hakkını sonuna kadar vermeye çalışan, bankasına saygı duyan, müşterisini seven personellerin; psikolojisi bozuk, aile bile kuramayan, kursa bile kurulan ailenin bozulmasına sebep olan, çocuk sahibi olmaya korkar bireyler haline getirilişlerini izledim. Peki insanları çalıştırmanın tek yolu bu yöntem midir? Bedelleri ağır mı olmalıdır? Motivasyonla ve güzellikle bir insan topluluğu çalıştırılamaz mı? Neyse. Yöneticiliği ben öğretecek değilim. Banka sahibi de değilim.
AÇIK GÖRMESİNLER
Bir de yapılan tüm güzel işlerin yöneticiler tarafından sahiplenilmesi konusu var tabi. Mesai sonrası bile çalışırdı. Yaptığımız hiçbir organizasyona katılamazdı. Çünkü çalışması gerekliydi. Biz de çalışmamıza rağmen onun bizden daha çok çalışıyor oluşunu anlamaya çalışırdık. Hayatından, dostlarından, ailesinden istifade edip çalışıp gerçekleştirdiği hiçbir güzel işten sonra bir teşekkür bile duymaşından bahsedişi…Sonrasında ise yöneticinin onu işe bile katmadan övünmesi durumları…Yetersiz görüp burun kıvırarak daha fazlası gerek iması. Hadi neyse diyor geçiyordu sonra en ufak bir eksiklikte ortalık ayağa kalkıyordu. Bağırılıp çağrılarak ne olduğunu şaşırdığı bir durumun içinde buluyordu kendini. Hele ki bir açığını görmesinler sonrasında sizin olmayan hatalar bile size yüklenirdi. “Bu ne takipsizliktir bu nasıl iş yapma şeklidir. “Diye biten cümleler duyulurdu. Çünkü illa bir günah keçisi gereklidir. Koskoca insanlar gerekli gereksiz birçok konuda azarı yer ve yerine gönderilir. İşini ne kadar iyi yaparsan yap bunlarla karşılaşmayan bankacı yoktur eminim. Yakınındaki kişinin bunlara maruz kaldığını görmek ve bir şey yapamamak da baya zor. Yani bankacı olmak kadar bankacı yakını olmak da zor. Peki neden?
Pandemi sürecinde evden çalışma modeline geçildiğinde gurur duyduk birçok bankayla. Kendini değerli ve güvende hissetti birçok personel.
Peki ya sonra?
Evden çalışanlar üzerinde oluşturulan baskı? Personellerin evden çalıştığı için utanacak ezilecek duruma gelişi? Hedef baskısı toplantıları?
Çıkıp gideyim virüsü kapayım da herkes rahatlasın diyecek noktaya bir insan nasıl gelebilir?
Gelmesi normal midir? Dile kolay tabi bunlar yazılıyor böyle fakat yaşarken o kişide bıraktığı psikolojik tahribatlar kelimelerle anlatılamaz boyuttadır. Sonrasında da bu psikolojiyle müşteriye maksimum satış yapmaları, maksimum para kazandırmaları beklenir.
YILLIK İZİNE YEME
Senede bir kere tüm senenin yorgunluğunu atacakları yıllık izinlerde bile yatıp kalkma saatlerine karışılarak her aranıldığında uyuyor olsa bile hazır ol da bekleyen birer asker olmaları beklenir. İzindeyken bile Whatsapp’dan yapılan iş içerikli konuşmaların ve baskıların stresi. Peki bir işin veya yöneticinin bir insanın özel hayatında ve psikolojik alanında bu kadar ne işi olabilir ki? Hangi maaşın karşılığı olabilir? Hangi egonun cesareti? Bu insanlar çalışmak için mi yaşıyorlar yoksa yaşamak için mi çalışıyorlar? Eğer bir bankacıysanız gördüğüm kadarıyla mecburen çalışmak için yaşamak zorundasınızdır. Yoksa başarısızsınızdır. Size dilediği gibi davranabileceğini, konuşabileceğini düşünen yöneticiler olduğu sürece, çalışana değer verilmediği sürece, bu kadar mobbing olduğu sürece ve bu durum denetlenerek gerekli önlemler alınmadığı sürece hiçbir şubeciden maksimum verim alınamayacaktır, bu düzen değişmeyecektir. Yok mudur bu muamelelerin bir denetim yolu? Önlenme yolu? Yoksa istenen zaten bu mudur?
E peki madem bu kadar sıkıntı var neden hala devam ediyor bu insanlar bu işe diye bir soru geliyordur akıllara eminim. Ben de sordum çok. Benim tanıdığım kişi özelinde cevap verecek olursam devam edişinin tek sebebi idealist yapısıdır. Tüm bu yanlış yapıyı bir kenara bıraktığında gerçek bankacılığı seviyor oluşudur. Etrafında gördüğüm diğer büyük çoğunluk ise var olan borçları, yaşam şartları ve kendilerine olan güvenin kalmamış olması sebebiyle mecburen devam ediyor bu duruma. Tam bir mahkûmiyet. Gördüğüm kadarıyla mutlu şubeciler görebilmek, maksimum verim alabilmek ve etik bir çalışma ortamı yaratılabilmesi için sektörde devrim niteliğinde değişiklikler gerekiyor. Biz görebilir miyiz o günleri bilmiyorum ama dilerim bizden sonraki kuşaklar görür. Çok yakınımdaki bir bankacıda gördüğüm durum budur. Onun işi bankacılık, benim işim de yazmak. Niyetimiz kimseyi kırmak değildir, şuradakini buraya koymak değildir, arada bir zülf-i yâre dokunduk. Tam yerine rast geldi manzara koyduk. Olacak o kadar:) insanlıkla kalın. Sağlıcakla kalın.
 

Exit mobile version