Ortalık toz duman, borsa düşüyor, faizler ve döviz yükseliyor. Ekonomide güven sorunu var diyen ünlü Hazineci Erden Armağan Er, bu kez o güvenin nasıl sağlanacağını tek tek anlatıyor. Bu ekonomi ne olacak diyenler için?
Önceki ekonomik analiz yazımızda GÜVEN problemini ele almış ve bu problemin ekonomide ve piyasalarda ne denli önemli bir husus olduğuna dikkat çekmeye çalışmıştık. Bu yazımızda yine aynı konu üzerinden ilerlemeye ve ekonomide yaşanan makro ekonomik dengesizliklerin giderilebilmesi için izlenmesi gereken yol haritasının içermesi lüzumlu unsurlarını açıklamaya gayret göstereceğiz.
Geçtiğimiz Haftanın Piyasa Gündemi
Malumunuz üzere, Nisan ayının son iki haftası, TCMB Döviz Rezervlerinin neden ani bir düşüş gösterdiğine ilişkin yabancı basında çıkan haberler üzerine, döviz kurlarında ilk aşamada 5,82 düzeyine kadar ulaşan bir yükselişle geçmişti. Uzunca bir süre TCMB Başkanı Murat Çetinkaya’dan Döviz Rezervlerine ilişkin piyasaları ikna edici bir açıklama beklenmesine karşın Başkandan herhangi bir ses seda çıkmadı.
Açıklama beklentisi, 25 Nisan Tarihinde yapılacak kısa vadeli faizlerin görüşüldüğü PPK Toplantı notlarında olabileceği inancıyla bu tarihe ertelendi ve kur 5,82 direnç seviyelerinde seyretmeyi sürdürdü. Ancak görüldü ki, toplantı notlarında da döviz rezervlerinin neden düştüğüne dair bir açıklama olmamakla beraber, daha önceki PPK Toplantı notlarında yer alan ve kısa vadeli faizlerin seyrine ilişkin TCMB’nin duruşuna dair sinyal veren “Sıkı Para Politikası çerçevesinde, ihtiyaç duyulması halinde ilave önlemlerin alınabileceği” cümlesinin metinden çıkartıldığı görüldü.
Yani özetle; TCMB Enflasyonla mücadele ve Türk Lirasının değerinin istikrarı için kısa vadeli faizleri gerekirse arttıracağı yönündeki görüşünden geri adım attığını ilan etmiş oldu. Zaten son dönemde pamuk ipliğine bağlı olarak hareket eden piyasalarda bu tavır değişikliği anında etkisini gösterdi ve USD / TL 5,82’den hızlı bir sıçrama ile 5,98’e kadar yükseldi.
2 Yıllık Devlet Tahvili faizleri de %21 seviyelerinden %24 bileşik faiz seviyelerine geldi. Yine özetlemek gerekirse; piyasalar TCMB’den döviz rezervlerindeki ani ve hızlı düşüşün nedenlerini açıklamasını beklerken, üstüne üstlük bir de ilerleyen dönemde kısa vadeli faizlerde “düşüş sinyali” olarak algılanabilecek bir adım attığını görerek adeta şoke oldu.
Tepkisini de hem döviz kurlarını hem de Bono faizlerini yükselterek gösterdi. Ancak yine de hükümet ve TCMB yetkililerinin akl-ı selimle hareket edeceğine olan inancını korumaya devam ettiriyor olmalı ki, ne kurda ne de tahvil faizlerinde Ağustos 2018 deki gibi bir tepki henüz vermedi.
30 Nisan Tarihli Enflasyon Raporu’nun açıklandığı Denizli Ticaret ve Sanayi Odası’ndaki toplantının sonunda basın mensuplarından ekonomist Sn. Uğur GÜRSES’in ısrarla döviz rezervlerini gündeme getirmesine, “kamu bankalarının TCMB rezervlerinden döviz satışı yaptıklarına” ilişkin iddiaları dile getirmesine, enflasyon raporunda Gıda Enflasyon Alt kalemine yönelik “TCMB’nin tahminini yükseltmesine karşılık Genel Yılsonu Enflasyonda değişikliğe neden gitmediği” sorularına TCMB Başkanından doyurucu ve ikna edici hiçbir yanıt gelmemesi piyasalardaki tedirginliğin sürmesine sebep oldu.
Nisan Ayı Enflasyon Oranı
Piyasalarda önemle takip edilen Makro Ekonomik göstergelerden biri de yıllık ve aylık enflasyon oranlarıdır. 2018 Ağustos ayında yaşanan kur şokundan bu yana TÜİK tarafından açıklanan aylık TÜFE ve ÜFE rakamları da oldukça tartışılan konuların başında yer almaya başlamıştır. Kamu oyundaki genel görüş, Eylül 2018 yılı aylık enflasyon rakamının ( TÜFE % 6,3) açıklanmasından sonra , enflasyon rakamlarını hesaplayan birimin başında olduğu söylenen Başkan Yardımcısı Enver Taştı’nın görevden alınarak yerine Bakan Albayrak’a yakınlığıyla bilinen bir ismin göreve getirilmesi ile kurumun açıkladığı enflasyon rakamlarında manipülasyon yapıldığı şeklindedir.
Bu görüşü destekleyen en önemli işaretler olarak da, gıda fiyatlarında, elektrik ve doğalgazda, akaryakıtta gözlenen %30-50 arasındaki fiyat değişimleri ile TÜİK’in açıkladığı %19,52’lik yıllık enflasyon oranı arasındaki farklılıktır. Bu kamuoyu görüşünü destekleyen yeni bir gelişme de, 2019 Yılı Nisan ayında açıklanan TÜFE rakamının %2,3 olan piyasa beklentisinin çok altında %1,69 olarak açıklanması olmuştur. Piyasanın enflasyon beklentisi, bankaların ve finans kurumlarının AR-GE bölümlerindeki uzman ekonomistler tarafından TÜİK’in hesaplama yöntemi baz alınarak yapılan tahminlerin ortalaması alınarak belirlenmektedir.
Elbette TÜİK rakamlarının bire bir tutturulabilmesi mümkün değildir. Zira, ekonomistlerin elindeki veri tabanı buna olanak vermeyebilir. Ancak geçmiş dönemlerde, piyasa beklentileri ile açıklanan rakamlar arasındaki fark da hiçbir zaman bu kadar yüksek olmamıştır. Bir an için kamuoyunda oluşan bu şüphelerin gerçek dışı olduğunu varsayalım ve bazı sorulara yanıtlar arayalım. Önümüzdeki aylarda yaşanacak fiyat yükselişleri yavaşlayacak ve hükümetin öngörülerine paralel seyredecek mi? Faiz ve dövizde yaşanan yükseliş eğilimi tersine dönecek mi? Ocak ayından bu yana geçen sürede döviz ve faizde yaşanan yükselişler fiyatlara nasıl yansıyacak? Maalesef bu sorulara vereceğimiz yanıtlar pek de iç açıcı değildir. Zira, yılbaşında 60 USD olan ham petrol fiyatı %18 artışla 71 USD’ye, 5,2 olan USD/TL kuru da %14,8 artışla 5,97 ye gelmiş bulunmaktadır. Ocak-Nisan 2019 TÜFE fiyat artışları kümülatif olarak %3,94 olarak gerçekleşmiş ve yıllık enflasyon oranı hala %19,52’den aşağı inmemiştir. Görünen o dur ki petrol ve dövizde yaşanan fiyat artışları henüz enflasyon rakamlarına dahil olmamıştır. Petrol ve kur artışlarının enflasyona yansımasının 3-6 aylık gecikmeyle gerçekleştiği düşünüldüğünde, önümüzdeki aylarda enflasyonda yükseliş eğiliminin süreceğini ileri sürebiliriz.
Mayıs Ayı Hazine İç Borçlanma İhaleleri
Nisan ayı içerisinde açıklanan bir başka ekonomik gösterge de Ocak-Mart Bütçe Açığı rakamı oldu. Hazine Maliye Bakanlığı bütçe açığını 36,2 milyar TL olarak açıkladı. Ancak dikkatli gözler bilmektedir ki, bu rakam aslında 65 milyar TL’dir. Çünkü Nisan ayının 18’inde yapılması gereken TCMB Genel Kurulu 18 Ocaka çekilmiş ve TCMB’nin dağıtılabilir karından 33 Milyar TL’lık bir miktar Hazine hesaplarına intikal ettirilmiştir. Söz konusu bu tutarı da hesaba kattığımızda aslında bütçe açığı miktarı 65 milyar TL’ye ulaşmaktadır. Yerel seçimler nedeniyle hükümetin parasal imkanları sonuna kadar kullandığı görülmektedir.
Mayıs ayı içerisinde Hazine’nin 19,2 milyar TL itfasına karşılık 18,8 milyar TL’lik borçlanma planı mevcuttur. 2019 yılının en büyük borçlanma ihalelerinin yapılacağı hafta öncesinde 2 Yıllık gösterge niteliğindeki Devlet Tahvili faizlerinin bileşik bazda %24 seviyelerine kadar yükseldiğini ve enflasyonda yükseliş eğiliminin devam ettiğini hesaba katarsak, hazine ihalelerinde faizin bir miktar daha yükseleceğini öngörmek sanırız yanlış bir değerlendirme olmaz. YSK’nın İstanbul seçimlerine ilişkin nihai kararının gecikmesi, yarattığı belirsizlik de dahil olmak üzere jeopolitik (Suriye, S-400, Kıbrıs, Doğu Akdeniz) gelişmelerin de gündemi sıkıştırmasının ekonomik kırılganlığı arttırmakta olduğunu gözden kaçırmamak gerekmektedir.
S&P ve Fitch Ratings Raporları:
Ekonomimizin kırılganlığından bahsetmişken, Nisan Ayı içerisinde iki önemli Kredi Rating kuruluşundan gelen Türkiye raporlarından söz etmemek olmazdı. İlk olarak Fitch Ratings’in raporunu irdeleyelim:
Kredi derecelendirme kuruluşundan yapılan açıklamada, “Türkiye’nin kredi notunu yatırım yapılabilir seviyenin iki kademe altında tutmaya ve negatif not görünümünün teyit ettiği belirtilen raporda, zayıf dış finansmanını, geniş dış açık finansman gereksinimini, düşük döviz rezervlerini, yüksek net dış borcunu, yüksek enflasyonunu, ekonomik oynaklık geçmişini ve politik ve jeopolitik risklerini yansıtıyor” ifadesine yer verildi. Özetle, “ Türkiye yüksek borçluluğu ve dış finansmana aşırı bağımlılığı ile iç ve dış politik riskler göz önünde bulundurulduğunda mevcut kredi notunu fazlasıyla hak etmektedir” denilmekte ve yazımızın tamamı boyunca ifade etmeye çalıştığımız hususlara dikkat çekmektedir.
S&P Raporu
Raporda, “Türk ekonomisi resesyonda ve Türk bankaların varlık kalitesi çabuk şekilde kötüleşiyor, bu bankaların karlılığını ve er ya da geç sermaye pozisyonlarını zorlayabilir” ifadesi yer aldı.
Türk bankalarının piyasa türbülansına ve kurda değer kaybına karşı oldukça kırılgan olduklarını savunan S&P, buna neden olarak Türk ekonomisindeki yüksek dolarizasyonu, bankaların dış fonlamaya ağır bağımlılıklarını ve toplam finansman içinde kısa vadenin payının oldukça büyük olmasını gösterdi.
Görüldüğü üzere, Türk Ekonomisinin içinde bulunduğu risklere, alındığı söylenen önlemlere, iç siyasi belirsizliklerle jeopolitik risklere ve tüm bu unsurların yarattığı kırılganlığa dikkat çekilmekte ve sağlam olduğu konusunda her fırsatta övündüğümüz bankacılık sektörünün, mevcut ekonomik konjonktürü taşımakta zorlandığına işaret edilmektedir. TCMB’nin ürkek politika adımları ve hükümetin bankalar üzerindeki kredi ve faiz baskısının, bilançoları üzerinde olumsuz sonuçlar doğurmaya başladığı 3 aylık banka bilançolarında geçen yılın aynı dönemine göre karlılıkta gözlenen sert düşüşlerle kendini göstermektedir.
Krizden Çıkış Mümkün mü? Çıkış İçin Hangi Adımlar atılmalı?
2018 yılının ilk çeyreğinden itibaren öncü dalgalarını hissettirmeye başlayan ve teknik olarak da 2018 2. yarısından itibaren yaşanmaya başlayan ekonomik kriz ve durgunluktan çıkış için bu kez çok uzun ve meşakkatli bir yol kat etmemiz gerektiğini öncelikle belirtmeliyiz. Hem ekonomimizin ulaşmış olduğu büyüklük, hem sorunların karmaşıklığı ve biçimi 2001 ve önceki krizlerde yaşadıklarımızdan çok daha farklı ve ağır bir tablo ortaya koymaktadır. 2008 yılından bu yana yapılması gerekip de yapılmayan yapısal sorunları da hesaba katarsak, 2002-2008 yıllarında gerçekleşen reformların gerisine düşmenin sorunlarımızı daha da büyüttüğünü gözeterek, işe öncelikle bağımsız kurumların yeniden bağımsızlıklarını sağlamakla başlamalıyız. Ekonomik politikalara güvenin tesis edilebilmesi, TCMB, BDDK, TÜİK, SPK gibi uzmanlık gerektiren kurum ve kuruluşların, tam manasıyla liyakat sahibi kadrolarla yönetilmesi ve alacakları ekonomik bürokratik kararlarda tam özerkliğe sahip olmaları olmazsa olmaz ön koşuldur.
Yatırım ve yatırımcı güveninin tesis edilmesi için geçmişe kıyasla oldukça örselenen hukukun üstünlüğü ilkesinin tavizsiz bir biçimde ve uluslararası normlara uygun bir düzeye eriştirilmesi diğer ön koşuldur. Kamuda yaşanan savurganlığın bir an önce ve somut önlemlerle giderici tedbirlerin hayata geçirilmesi, gereksiz ve büyük meblağlı yatırım kararlarından vaz geçilmesi, gerçekleştirilmesi mümkün görünen makro ekonomik hedefler tespit edilerek ekonomi yönetimine karşı sarsılan güveni yerine getirebilecek bir ekonomik programın liyakat sahibi bir kadro ile ilan edilmesi ve sıkı bir uygulama kararlılığının gösterilmesi olmazsa olmaz koşullardır.
Tarım ve Hayvancılığın öncelikli olduğu, Sanayide ise mukayeseli üstünlüğümüzün bulunduğu sektörler teşvik kapsamına alınmalı, teşviklerin yerli yerinde kullanıldığının denetlenmesi asla ihmal edilmemelidir. Elbette bugüne dek işin kolaycılığına gidilerek hep günü kurtaran uygulamalarla sürdürülen vergi politikalarının, gerçek bir reformla, toplum katmanlarına adil ve eşit yükler bindirecek bir anlayışla gerçekleştirilmesi bir başka olmazsa olmazdır.
Çalışma Barışı Şart
Tüm bu ekonomik önlemlerin başarısı ve sürdürülebilirliği, sermaye ve işçi sınıfı arasında varılacak “Çalışma Barışı” sağlanmadan ve ama öncelikle, çalışma şartlarının iyileştirilmesi çalışanların can güvenliğine özen gösterilmesi ne yönelik önlemler alınmadan ve nihayet insanca yaşanabilir ücretlere ulaşılamadan mümkün görünmemektedir.
Erden Armağan ER
erdener1970@gmail.com