BANKACILIK HANGİ ARA BU DURUMA GELDİ: Türkiye’nin en büyük bankasında müfettiş olarak çalışan Gürcan Konur’un yaşadığı ibretlik olaylar ve bugünün bankacılığı ile kıyaslama.
Bankaya ilk girdiğim 90’lı yıllarda personel politikası hiç böyle değildi.
Teftişe gittiğim ilk büyük şubelerden birisinde bizim getir götür işlerine yapan kadın memur dikkatimi çekmişti, çok genç gözükmüyordu, ama niye gişede değildi ve düz memurluk yapıyordu?
Müdürle konuştuğumuzda “kadının yaşından genç gösterdiğini, çünkü emekliliğine birkaç sene kaldığını, daha önce gişedeyken çok fazla kasa farkı verdiği için artık gişede tutmadıklarını” söylemişti.
Bunun üzerine yeni olmanın deneyimsizliği ile “müdür bey neden genel müdürlüğe yazıp, göndermiyorsunuz, yerine yeni ve genç, becerikli birisini alabilirsiniz” diye sorduğumda, “genel müdürlük de zaten durumu biliyor, personelin ilk yıllarında yapılması gereken işi, o zamanki amirleri zamanında yapmamış ise, şimdi personeli harcamak bize de, kuruma da yakışmaz.” demiş ve bana içinde bulunduğum kurumun ilkelerini hatırlatmıştı.
LİYAKAT
İlk başta bana pek mantıklı gelmeyen bu geleneksel yapının, daha sonra ne kadar gerekli olduğunu yaşayarak öğrenecektim. O zamanlar kıdeme, tecrübeye, sadakate, yaşa saygı vardı.
Eskiden çalıp çırpmazsanız, veya şubenizde yetkili, idareci konumunda iken, şubenizde astınız olan personelin büyük bir suiistimali olmazsa, kimse size dokunamazdı, kurallara uymadan kredi verip, batırırsanız, kredi tebliğ kurallarına aykırı kredi verirseniz, o zaman sizi haklı olarak, bankadan atarlardı.
Performans ancak görev yaptığınız şubeyi ve ünvanı belirlerdi.
Dönemsel rakamlara bakarak kimse sizi işten atamazdı. Rakamlarınız iyi ise, jestiyon, prim alır terfi eder, potansiyeli daha iyi şubelere tayin olurdunuz. O zamanlar iş güvencesi, iş ahlakı, kurumsallık vardı, keyfiyet yoktu.
YERİNDE UYGULAMA
Bölgede görev yaparken, bizce de pek sevilmeyen, iki yüzlü, gıcık, ama rakamsal olarak başarılı bir şube müdürünü göndermek için bölge müdürü ile personel müdürlüğüne yazı göndermiştik, personel müdürü “ hak verdiğini, kendilerinin de adamı sevmediğini, hareketlerine gıcık olduklarını, ama adamın rakamlarının iyi olduğu, kredi batığı, suiistimal filan olmadığı için, için üst yönetime bunu kabul ettiremeyecekleri için” yazının iptalini istemişti. O zaman bana saçma gelen bu uygulama aslında çok da yerinde bir işlem imiş. O zamanlar müdür dahil personelin iş güvencesi vardı, yapılan işe saygı vardı, kimin adamın olduğun değil, işi nasıl yaptığın önemli idi.
Merak edenler için söyleyeyim, o müdür hakkında haklı müşteri şikayetleri, şube yetkisinin üzerinde usulsüz verilen kredi batığı ve şubede kayıp para olayları arka arkaya patlayınca, müdür kendi isteği ile, akıllıca da davranarak, gelen müfettiş onu attırmadan emekli olmuştu.
Müfettiş iken, Ege’de bir sahil ilçesinde, müşteri ve şube idarecisi şikayeti nedeniyle personel incelemesine gitmiştim. Erkek personel yıllardır bankada gişede çalışıyor, ama alkol bağımlılığından kurtulamıyordu, ben şubeye gittiğimde İzmir’de alkol tedavisi görmek üzere raporlu idi.
Şube Müdürü “ bu alkolik ile çalışmak istemiyorum, birkaç ayda bir rahatsızlanıyor, 10-15 gün rapor alıyor eksik personelle çalışıyorum. Onu gönderelim genç birisini alalım” diyordu. Fiş adetlerini incelediğimde en çok fiş kesen gişenin o olduğunu ve hiç kasa noksanı olmadığını da fark ettim. Şube personeli onu çok seviyordu, o yokken biz iki kat fazla çalışırız, hiç sorun olmaz diyorlardı.
İLGİNÇ BİR OLAY
Eşi, 3 çocuğu ile görüşmeye geldi, biz babamızı çok seviyoruz, lütfen onu göndermeyin, tedavi görüyor, bize söz verdi düzelecek “ diyorlardı. Şikayetçi müşteri muhafazakar, hacca gitmiş bir esnaftı, “şikayeti müdürün ısrarı ile yazdığını, kendisinin her gün işlemlerini ona yaptırdığını, çünkü en hızlı çalışanının o olduğunu, sadece akşamdan kalan alkol kokusundan rahatsızlık duyduğunu söyledi, başka şubeye tayin olursa , daha iyi olur “ dedi. Kendisine “tayin olmaz, işten çıkarılır”, dediğimde “ ben o zaman şikayetimi geri çekiyorum, kimsenin ekmeği ile oynayamam.” demişti. Diğer müşterilerle de görüştüğümde herkes memnuniyetini ifade etmiş, alkol sorunu olsa da, bunun kendilerini ilgilendirmediğini söylemişlerdi.
Bunun üzerine yazdığım raporda kendisine son bir şans daha verilmesini ve tedavi görmesinin ardından yazılı uyarıda bulunularak, tekrarında iş akdinin feshini istemiştim.
Bu kararımdan dolayı teftiş kurulundan eleştiri almış, “biz seni onun biletini kes diye oraya sevk ettik, sen ek süre vermişsin, fuzuli gecikme yaratacaksın.“ denmişti. Ne yazık ki, öyle de oldu, yaklaşık bir yıl sonra yine alkol sorunundan iş akdi fesih edilmişti.
O zamanlar müfettişin bir ağırlığı, insiyatifi ve yetkisi vardı, tetikçi ve emir kulu değildi. Teftiş genel müdüre değil , direkt yönetim kuruluna bağlı idi, teftiş genel müdüre bile hesap sorabilirdi. O zamanlar, yeni yetme bir müfettiş, yılların bölge müdürüne veya departman müdürüne hesap sorabilir, önemli hatasını yakalarsa ceza verebilir, hatta işten bile atabilirdi. Teftiş hata yapanın kimin adamı olduğuna bakmadan karar verirdi.
KİMSE DOĞURMASIN!
Bölgedeki büyük bir şubeye yeni atanan erkek şube müdürü tüm personeli toplayarak, bu senenin çok önemli olduğunu onun için kimsenin doğurmamasını ve doğum iznine ayrılmamasını yarı tehditvari söylemişti, ortalama o şubede her yıl bir kişi doğum yaparken, o yıl 3 personel birden doğum yapmıştı. Müdür de hiçbir şey yapamamış, hatta diğer müdürler, bölge, genel müdürlük nezdinde espri konusu olmuştu. Müdüre inat doğuranlar, doğum izninden sonra aynı şubede yine görevlerine devam etmişlerdi. O zamanlar personele ve ailesine saygı vardı.
Müfettişken iki ayrı soruşturmada iki personel için kanaatten iş akdi feshi istemiştim, yeterli delil ve itiraf yoktu, ama eldeki veriler personelin hırsız olduğuna kanaat uyandırıyordu, emindim ama ispatlayamıyordum, teftişten de ”madem o kanaattesin, yaz iş akdi feshini biz de destekleyelim “ denmişti. Ancak, işçi-işveren komisyonundan iki karar da sendikanın itirazı ile dönmüştü, görevi ihmalden idari cezaya dönüştürülmüştü.
Sendika temsilcisinin, “ Bir müfettişin kanaatinden adam mı atılır, biz bunu kabul edemeyiz. “ dediğini öğrenmiştim. İş akdi feshi gerçekleşmeyince, ilgili personelin görev yeri değişimi ve yeni şubesinde yakından takibini istemiştim, nitekim ikisi de daha sonra başka olaylardan suçüstü yakalanıp, işten atılmışlardı. O zamanlar personel kötü niyetli bile olsa, şahsi değerlendirme ve yetersiz delille mahkum edilip, işten atılamıyordu. O dönem sendikanın bir ağırlığı, yetkisi vardı, üyesine sahip çıkabiliyordu. Personelin işverene karşı korunması sağlanıyordu.
ENGELLİ ÇALIŞTIRILMIYOR
Eskiden engelli kadrosundan ve eski hükümlü kadrosundan bile personel istihdam ediliyordu, şimdi yüksek para cezaları peşinen ödenip, hiçbir bankada bu tür personel çalıştırılmıyor, çünkü vicdanlar tatilde…
Eskiden şehirler arası zırhlı para nakil aracında görev yaparken radara bir defadan fazla girdiği(trafik cezalarını personelin kendisi öder)ve ceza puanını doldurduğu için ehliyetine el konan şoföre şubenin posta işlerini vererek emekliliğine kadar idare eden banka yönetimleri vardı.Şimdi güvenlikten, para nakile kadar herşey taşerona devredilmiş durumda…
SAHİPSİZ BANKACILAR
Günümüzde ise, bankacıların sahibi yok, her türlü keyfi uygulama mevcut, bir önceki dönem şubeye sınıf atlatan müdür, bir sonraki ay yetersiz performanstan işten atılıyor. Hiç kredi batığı olmayan, şubesinde suiistimal çıkmayan müdür veya yetkili işten atılırken, yüksek montanlı kredi batıran, şubesinde yolsuzluk patlayan müdür, ceza bile almadan daha iyi şubeye atanabiliyor.
Teftiş artık tetikçilik yapıyor, gücünün yettiğine diş geçirebiliyor, yukarıdan birilerinin adamı ise katiyetle dokunulamıyor. Performansa dayalı terfi tayin sistemi gitmiş, tamamen keyfilik hüküm sürüyor. Öyle ki, eşi kanser tedavisi gören personeli bile, bize çok masraf çıkartıyor diye işten atıyorlar.
Sadece kurumsallık değil, insanlık ve vicdan da bitmiş durumda, liyakatlı insan faktörü ortadan kaldırılırsa vicdan da yüreklerden sökülüp atılmış olur.
Sektör nasıl düzelir, bu ülkenin düzelmesi ile paralellik teşkil ediyor, ne zaman ki ülkede demokrasi, işçi hakları tekrar hayat bulur, o zaman bir iyileşme mümkün, ama maalesef görünen köy kılavuz istemez, daha çok baharlar beklenecek,
Ama elbet, bu memlekette demokrasinin işçi tulumuyla da dolaştığı o güzel günleri hep beraber göreceğiz.
Akın var, güneşe akın, güneşi zaptedeceğiz, güneşin zaptı yakın,
Güzel güneşli günler göreceğiz, motorları maviliklere süreceğiz!
GÜRCAN KONUR