Hanife Serter, bankacılık sektöründe sorunların ana kaynağına indi. Bölgeler günah keçisi mi yoksa günahın kaynağı mı?
2000’li yıllardan sonra ülkenin içine girdiği hızlı değişim (!) sürecinde başı Bankalar çekiyordu.
Ekonomik krizi eksik olmayan ülkede, Bankaların keyfine göre anormal yüksek faizler vermesi de bir gecede batması da neredeyse normalleşmişti. 1994-2005 yılları arasında 20 bankanın yönetim ve denetimi devlet’e geçerken 5 bankanın faaliyet izinleri kaldırılmış ve iflasına karar verilmişti.
Toplam zararın 50 milyar dolar olduğu TMSF tarafından TBMM’ye sunulan raporlarda belirtiliyordu.
Bankalara duyulan güvenin derinden sarsıldığı bu dönemde ” güvenilir ” Banka olmak da , ” güvenilir ” bankada çalışmak da bir avantaja dönüşmüştü.
AKSİYON PLANI
Yabancı bankaların ülkeye gelip yerli bankalara ortak olmaya başlamaları da yine bu dönemdeydi. Bazı yabancıların ” uzun vadeli karlı yatırım” olarak gördükleri hisse satın almaları sonrası Banka yönetim anlayışlarında da Avrupa tipi bankacılıktan Amerikan tipi bankacılığa hızlı bir geçiş süreci yaşandı. Bankalar artık ne yapıp edip çok çok daha ” karlı” olacaklardı. Bunun için daha çok şube açma, daha çok personel alma, içerde bulunan personeli hızla yeni pozisyonlara atama, şubelerin hem yapılarını hem de personel yapılanmalarını hızla değiştirme , teknolojiyi daha çok kullanma.. vb çok sayıda aksiyon hızla alındı. Bu değişimden en çok etkilenen birimlerden biri de
Bölge Müdürlükleri olmuştu. Öncesinde Genel Müdürlüklerin sahadaki gözü, kulağı, şubelerin hamisi, abisi, takipçisi, hizmet birimi gibi çalışan Bölge müdürlüklerinde çalışanların ( Bölge müdürü hariç ) tamamı hiyerarşide Şube müdürlerinin altında yer alırdı. İnsan kaynakları, krediler, idari ve hukuki işler birimleri, şubelere destek birimi olarak çalıştığından karşılıklı güçlü bir saygı ve iletişim vardı.
HERŞEY ORTADA
Günümüzde ise özellikle bazı Bankalar’ın Bölge Müdürlüğü yapılanmalarının çok farklı bir işleve ve işleyişe sahip olduğu hem içerden hem dışardan bakıldığında çok net görülüyor.
Genel Müdürlük’ten aldığı güce ve yetkiye dayanarak Şubeler üzerinde adeta terör estiren, her gün defalarca attıkları mailler, saat başı ettikleri telefonlar, gün başı, gün ortası, mesai sonrası demeden kafalarına göre organize ettikleri toplantılar ile şubelerde gerçekten işini yapmaya çalışan personeli ” kırbaçlamak” dışında pek de bir iş yapmıyormuş gibi görünen, bitmeyen ” raporlama” işlerini şubelere yayarak onları da sürekli meşgul eden, Genel Müdürlük ile Şubeler arasındaki iletişimi düzeltmek, iyileştirmek yerine adeta ” parazit ” yaratarak bozan, şubedekilerin hemen hemen hiç bir derdine derman olmadan adeta arkadan kuyusunu kazan, “bir sebeple” korudukları, kolladıkları kişileri en bereketli şubelere atarken, gönüllerini hoş etmediği için gözden çıkardıklarını bir kaç yıl içinde kapatılmaya mahkum olduğu aşikar olan şubelere atayıp, yüksek hedefleri de dayatarak performans tuzağını itina ile hazırlayan dedikoducu ve entrikacı birimler…
FIKRA GİBİ
Doğruyu söylemek gerekirse haklarında çok sayıda şikayet var. Etik çalışmıyorlar. Sevilmiyorlar. Genel Müdürlüğe laf taşımak dışında ne iş yaptıklarını kimse anlayamıyor. Performansı arttırdıklarını söylüyor ve her artan rakamdan kendilerine pay çıkarıyor olsalar da içten içe çalışma barışı ve huzurunu ciddi şekilde bozuyorlar . Şubeler yüzlerine gülse de arkalarından ettikleri ahın bini bir para .
Yine de bu noktada yaşanan durumu anlatabilecek tek şey belki de şu fıkra :
“Timur, Akşehir’e bir erkek fil getirmiş. Başıboş gezen fil, bağlara bahçelere büyük zarar veriyormuş. Filden bıkan Akşehirliler, nihayet Hoca’ya gitmişler:
– Hoca, bu Timur senin sözünü dinler. Şu filin bi çaresine baksan, demişler.
Hoca kabul etmiş. Yarın hep birlikte gidip derdimizi anlatalım, demiş. Ertesi gün Hoca önde ahâli arkada Timur’un yanına gitmek üzere yola çıkmışlar. Ama her yol ayrımında birkaç kişi gruptan ayrılıyormuş. Hoca Timur’un karşısına geldiğinde bakmış ki arkasında hiç kimse yok. Bunun üzerine Hoca Akşehirlilere bir ders vermek ister. Timur’a:
– Efendim. Biz Akşehirliler olarak getirmiş olduğunuz fili çok sevdik. Ama hayvancağız yalnızlıktan olsa gerek, çok huzursuz. Ahâli bu filin dişisini de getirmenizi istiyor, der.
Timur, bu sözlerden hoşlanır. Akşehirlilerin isteğini yerine getireceğini söyler.
Timur’un yanından ayrılan Hoca, kendisini beklemekte olan halkın yanına varınca halk merakla sorar. Hoca gülerek cevap verir:
– Müjdeler olsun. Belanın dişisi de geliyor.”
Eee. Ne diyelim. O zaman şubelere hayırlı olsun …