İş güvencesi olmamasından sevdiği ile evlenemeyen ve işten atılma korkusu ile çocuk doğuramayan bankacılar. Sevgililer gününde bankacılar soruyor: Bankacılık aşkı, evliliği dahası hayatı öldürür mü?
Bakmayın siz bankaların öyle bol kalpli reklamlar çektiklerine, güp güp, güp güp diyen kırmızılarla gözleri boyadıklarına, “yetmişiz gari” diye haykıran sahte kahramanlıklarına.
Kadın, erkek eşitliği diye mesajlar atıp, foyası ortaya çıkınca sesi çıkmayan CEO’larına..
İnanmayın, kanmayın.
Sonra bir gün kandırılmışız diye hiç yanmayın.
Artık bilmeyen kalmamış olmalı. Bankaların dini de, İmanı da, tek aşkı da para. İnsana , insanla, insanca hizmet vermek bile artık çok uzak onlara. Şubesiz, masrafsız (!), kağıtsız bankacılık derken artık geldikleri son nokta ” insansız” bankacılık.
İnsanın insanla iletişim kurmasını istemeyen tek sektör olarak tarihe geçecekler yakında.
BANKACILIK İŞ Mİ?
Yüzlerce şube kapatıldı, binlerce insan işten çıkarıldı. Sendikacılık zımni olarak yasaklandı,kadrolar azaltıldı, masraflar, komisyonlar arttırıldı.
Üstelik başlarında daha önemli ve büyük dertler var. En büyük kredilerde bile geri ödeme sorunları yaşandı. Yaşanıyor. Daha da yaşanacak belli ki.
Eskiden bir “ iş”ti bankacılık.
Artık bitti. Kariyer filan vaadetmiyor.
Yaşama sevinci bırakmıyor.
Yatıştırıcı ilaçlar kullanarak işe giden insan sayısı her geçen gün artıyor. Boşanmaların en fazla olduğu, bekarların evlenmediği, aşkın adının bile anılmadığı bir sektör.
Evlilik aşkı öldürür mü o bile tartışılır ama bankacılık bu alanda adeta katliam yapıyor.
Bir çok bankacının aile ilişkileri bozuk.
İşin yoğunluğu ve stresi eve yansıyor , fazla mesailer, mesai sonrası süren tacizler özel hayata Zaman bırakmıyor. Bankacı kadınlar çocuk doğurmaya korkuyor, doğurduysa ücretsiz izin almaktan, yasal sürelerde dahi bebeğinin yanında kalmaktan çekiniyor.
En kısa zamanda işbaşı yapıyor, yaptığına pişman ediliyor, bezdiri için evinden uzak şubelere atanıyor, aldığı maaşın önemli kısmını bakıcıya, temizlikçiye, hazır yemeklere veriyor. Sorarsanız işi var. Geliri neredeyse giderini karşılamıyor. O yüzden çoğu bankacı borçlu, başka bankalardan, kredi kartlarından çekebildiği kadar kredi çekiyor , bugününü sattığı yetmiyor, geleceğini de ipotek ediyor. Sonra stres ikiye üçe katlanıyor. Ya kaybedersem korkusu uykuları kaçırmaya başlıyor. Sadece bir işi değil, borçlanarak alınmış evleri, arabaları, hayatları kaybetme korkusu insanda yaşama zevki bile bırakmıyor.
İşte böyle keyifsiz bir hayat döngüsünün içinde çoğu bankacı. Kendi isteği ile kurtulamıyor, kendi istemeden atılırsa sindiremiyor. Kırk yaşından sonra yeni bir işe girme şansı neredeyse hiç yok. Tüm ilanlar ” En fazla 35 yaş” sınırı koyuveriyor.
Sendikası ile bile hakkını arayamıyor. Yıprandıkça yıpranıyor bankacılar. Bankalara ise hiçbir şey olmuyor. Bu kadar yıpranma payı hiçbir meslekte yok ama bankacılar birlik olup da ” erken emeklilik ” için bile bastıramıyor.
Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde, banka çalışanları ” kendi iyilikleri” için bile bir araya gelemiyor. Hayırlı bir işe vesile olamıyor. Yazık oluyor o hayatlara. Adeta boşa yaşanıyor…