Sürekli kendi kuyruğunu yiyen , yedikçe acı çeken ama yine de büyüyen bir yılan misali büyüyor. Hanife Serter, bankacılıkta akıl tutulmasını ele aldı.
Yaklaşık bir yıldan bu yana Paramedya’da yayınlanan yazılarımla ilgili değişik ortamlarda çok sayıda yorum alıyorum.
Eski meslektaşım olan bankacılarla değişik ortamlarda bir araya gelip sektörde yaşanmakta olan son gelişmeleri konuşuyor , bazılarıyla da gerçek hayatta hiç tanışmamış, görüşmemiş olsak da ( isimleri bende gizli kalmak kaydıyla ) çeşitli mesleki sorunlarını paylaşıyorum .
Çok farklı bölümlerde çalışmış ve çalışmakta olan çok sayıda bankacının ” ortak” sorunlarını dinleme, eski tecrübelerim sayesinde anlama ve bu platformda da paylaşma şansı buluyorum. Sadece bankacıların değil, bazen de müşteri olarak bankalarla ve bankacılarla çok sık muhatap olanların gözlemlerini ( şikayetlerini ) dinliyorum. Elbette bu sektör hakkında çıkan haberleri ve yazıları da olabildiğince takip etmeye çalışıyorum . Tüm bu tecrübeler ve gözlemler ışığında, tüm konuşulanlara , paylaşılanlara geniş bir açıdan ve uzaktan baktığımda görebildiğim tek şey, çağımızda bir çok ülkede, yönetim anlayışlarında, siyasette, ticarette , ekonomide, eğitimde, sağlıkta, hatta hukukta ve medyada yaşanan sorunla aynı . Bunun bendeki tanımı ” akıl tutulması”.
Sürekli kendi kuyruğunu yiyen , yedikçe acı çeken ama yine de büyüyen bir yılan misali büyüyor bankacılık sektörü . İnsan kaynakları dahil tüm kaynaklarını hızla tüketirken büyüdüğü hissiyle daha da iştahlanıyor. İştahlandıkça daha çok yiyor. Yedikçe büyüyor ve doymuyor sanki. En tepeden en alta kulaktan kulağa iletilen o söz ” daha çok satmalıyız!” , en sondaki bankacının ağzından bir çığlık gibi duyuluyor artık. Kendisini çıldırtan, müşteriyi korkutan bir çığlık.
En tepedekilerin aklı neden, nasıl, kime tutuluyor, onlar kime neyin hesabını nasıl veriyor tam olarak bilemesek de, ortaya çıkan satış baskısı bir silsile halinde yukarıdan aşağıya öylesine bir refleksle, bir an bile durmadan, düşünmeden , sorgulamadan öylesine bir hızla iniyor ki kimsenin aklını kullanmaya fırsatı bile olmuyor. Patronlar CEO’lara, CEO’lar GMY’lere, GMY’ler departmanlara, Departmanlar birimlere, Birimler, Bölgelere, Bölgeler Şubelere iletiyor hedefleri. Peki Şubeler üzerlerinde hissettiği bu yoğun hedef baskısı ile ne yapıyor ?
Zaman zaman aklını henüz kaybetmemiş, kullanmaya kararlı olanlar ” Bu kadarı da olmaz, yapılmaz, yapamayız..” anlamında cümleler kurmaya çalışsa da ” büyük akıl” onları hemen susturuyor. Yapmaya hazır örnekler az ötede hazır. “Bak o Nasıl yapıyor ? ” diye soruyor. Dönüp ona “yapılır mı ?” diye soruyor. ” Tabii efendim, yapılmaz mı, yaparız, yapacağız!!!” tarzı ver coşkuyu tadında cevabını alıyor. Bu iki söylemi anında orada kıyaslıyor. Tüm sınıfın önünde haklı olduğu halde küçük düşürülen öğrenci misali yetersiz, beceriksiz ve kötü hissettirmeyi başarıyor. Sınıfın en doğrucuları böylece dışlanıyor yavaş yavaş, suskun bir halde en köşeye atılıyor. Peki o çok konuşanlar ne yapıyor ?
Müşteriye sormadan, anlatmadan, ikna etmeden, bilinçli bir onayını almadan, laf kalabalığına, aceleye getirilerek verilen hatta bazen haberi bile olmadan , sistem üzerinden ” çakılan” ürünler, kesilen ücretler , alınan komisyonlar, masraflar, faizler ve daha neler neler.. Sorarsanız her şey mevzuata uygun. Eskiden birkaç sayfadan oluşan Müşteri Hizmet Sözleşmeleri, Bireysel ve Ticari Kredi Taahhütnameleri önce kitapçığa, kitapçıktan kitaba hatta son olarak ansiklopediye evrilmiş durumda. İçinde tüm bu ” hizmetlere (!) ” icazet veren bir maddecik mutlaka var. Faize son derece karşı olan anlayışların bile, bu ” sorma, ver” tarzı haraçlara sesi çıkmıyor. Meydanı boş bulan sektör coştukça coşuyor, hedeften hedefe koşuyor da koşuyor. Bankacılar yorgun ve bezgin . Yüzlerindeki gülümseme maskesinin altından gözyaşları sızıyor. Ben görüyorum. Aileleri görüyor. Müşteriler bile görüyor. Ama Üst yönetimler adeta kör, görmüyor, Bölge Müdürlükleri sağır gibi duymuyor, Şendikalar dilsiz sanki konuşamıyor.
En tepeden başlayan akıl tutulması yine en tepeden çözülmedikçe, yılan kendi kuyruğunu yemekten vazgeçmedikçe bu acılar dinmeyecek gibi görünüyor.
Geçtiğimiz haftanın güzel haberlerinden biri Büyük patronların derneklerinin isminde “insan” sözcüğünün kullanılmasına karar vermesiydi. Kendilerinin her şeyden önce “insan” olduğuna kanaat getiren tüm patronların , en kısa zamanda çalışanlarının ve müşterilerinin de ” insan” olduğunu keşfetmesi dileği ile…