Usta ekonomi gazetecisi Kerim karakaya, yabancıların Türk bankacılık sektöründen kaçarcasına çıkmalarının perde arkasını paraanaliz için yazdı:
Bugün Unicredit, Yapı Kredi’deki hisselerinin satışını değerlendirdiğini açıkladı.
Malum, bu tür açıklamalar “ok yaydan çıkmış bir kere” diye değerlendirilebilir. Yani satış büyük ölçüde yakın demektir. Zaten Mustafa Koç’un da zamanında ortaya koyduğu gibi bu birliktelik her iki tarafa da ayak bağı oluyordu. Yapı Kredi, bu birleşmeden sonra istediği performansı bir türlü yakalayamazken, rekabette Akbank ve Garanti gibi rakiplerinin arkasına düştü.
Bu ayrıca konuşacağımız bir konu.
Biz gelin filmi biraz daha geri sarıp bunun bankacılık sektörü için ne anlama geldiğini anlamaya çalışalım.
İtalyan UniCredit Türkiye’den çıkmak isteyen ilk Batılı banka değil. Son 10 yılda Avrupa menşeli birçok bankanın peşi sıra Türkiye’den çıkma kararı aldığını gördük.
Citibank Akbank’tan, NBG Finansbank’tan, EFG Bank Eurobank Tekfen’den, Dexia Denizbank’tan çıkış yaptı. Fortis Bank ve West LB kapandı. HSBC çıkmak isteyip uygun fiyat bulamayınca kalmak zorunda kaldı. Societe General küçülme kararı aldı. Ufaklı tefek bankalarla liste uzayabilir.
Avrupa’daki kriz nedeniyle sermaye sıkıntısı yaşayan bankaların Türkiye’den çıkma kararı almalarını makul karşılayabilirsiniz. Ama bu kararda bankacılık sektörünün düşen karlılığının, BDDK düzenlemeleri nedeniyle kar transferi yapılamamasının etkisini de unutmamak gerekiyor.
Peki bu bankalar çıkarken yerine kimler geldi? Ağırlıklı olarak Arap ülkelerinden girişler görüldü. Buna karşın Rus, Çin ve Japon sermayesi de ilk kez bankacılık sektörüne giriş yaptı.
Rus Sberbank Denizbank’ı alarak sektörün önemli oyuncularından biri durumuna geldi. Çinliler Tekstil Bank’ı aldı. Japonlar Bank of Tokyo-Mitsubishi ile faaliyete başladılar.
Araplar ise resmen sektörde fırtına estiriyor. Yıllar sonra ilk kez bankacılık lisansı verilen Lübnanlı Bank Audi, Odeabank’ı kurdu ve agresif bir politika izleyerek sektörün en büyük 14’üncü oyuncusu oldu. Yunanlılar Eurobank Tekfen’deki payını Kuveytli Burgan Bank’a sattı. Sektörün en büyük 8’inci bankası olan Finansbank’ı Katarlı QNB grubu aldı. Yine Katarlı Commercial Bank of Qatar, Alternatif Bank’ı satın alarak piyasaya girdi. Habib Bank, Bank Mellat, Türk Arap Bankası gibi küçük bankalarda Ortadoğu menşeili sermaye bulunuyor. Şekerbank’taki Kazak hisselerinin bahreyn merkezli ABC Grubuna satılabileceği konuşuluyor.
Kaba bir hesapla ve katılım bankaları hariç (ki onlar da giderek büyüyor) bakılacak olursa ortaya şöyle bir manzara çıkıyor: 2007’de Batı dışı sermayenin Türkiye’de sahip olduğu 4 bankanın sektördeki payı yüzde 1’in altındaydı. 2016 itibariyle 13 bankanın payı yüzde 10’nun üzerine çıkmış durumda.
Türk bankacılık sektöründeki yabancılar açık bir şekilde kabuk değiştirmiş durumda. Bunu Türkiye’nin Batı dışı ülkelerle artan münasebetlerinin müspet bir yansıması olarak okumak mümkün. Ancak şu da unutulmamalı: Batı dışı gelen sermayenin bankacılık deneyimi ve iş yapma kültürü Batılıların çok gerisinde. (Örneğin son aylarda Arapların yeni aldığı bazı bankaların çok agresif şekilde banka kredilerini geri çağırdığı duyumlarını alıyoruz)
Körfez ekonomileri, özellikle düşen petrol fiyatları nedeniyle zorlu bir döneme giriyor. Benzer durum siyasi gerginliğimizin de olduğu Rusya için de geçerli. Bölge ülkeleri ile maalesef köklü ve istikrarlı bir ilişkimiz yok. Ayrıca bu ülkelere baktığımızda çoğunun demokrasi ile yönetilmediğini ve serbest piyasa işleyişi içinde rasyonel karar veren kurumlara sahip olmadıklarını görüyoruz. Başka bir ifadeyle, bu bankaların yatırım kararları çoğu kez siyasi gelişmelere ve güçlü yöneticilerin kararlarına fazlasıyla bağlı.
Bu nedenle bölge ülkelerinin Türk bankacılık sistemindeki payı arttıkça, yarattıkları risk de artıyor.
Dikkat!
Kaynak: Paranaliz/Kerim Karakaya