Nisan 2025’in ilk haftasında Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası-TCMB 70 milyar TL’nin üzerinde tahvil geri alımı yaptı.
Yani, borçlanma senetleri karşılığında piyasaya para verdi, likiditeyi artırdı.
Bir yandan da likidite senetleri, ters swap ve depo alım ihaleleriyle likidite çekmekle uğraştı.
Peki, maksat sıkılaşma ise neden tahvil geri alım programı uygulandı?
Bu sorunun cevabının görünen net nedenleri ve sonuçları var.
Türk Lirası Gecelik Referans Faiz Oranı-TLRef’i yani kısaca TL getirisini artırmak.
Nitekim TLRef yüzde 46’da sabitlendi.
Diğer taraftan, yasal zorunluluk itibariyle asgari yüzde 10 tahvil içeren para piyasası fonlarındaki negatif veya düşük getiri problemi; tahvil piyasasında alıcı tarafta hacim sağlanarak giderildi.
Tüm bunlar ise Dolar’ı dizginlemek için yapıldı.
TL’nin Dolar’a karşı reel getiri özelliğinin kaybedilmesi istenilmedi.
Lakin yetmedi!
Görülüyor ki Mart’ın ikinci haftasından bu yana TCMB’nin net rezervlerinde 42,2 milyar dolar azalma oldu.
19,3 milyar Dolar net rezerv kaldı.
Kısaca, mermi azaldı.
Dolarizasyon seyri davranışsal olarak yerli tasarruf sahibinde yeniden körüklendi.
İşte tam bu noktada, yukarıdaki sorunun net olarak görülemeyen nedenleri ve sonuçları da olabilir.
Öyle ki, 28 Mart haftasında yabancının tahvilden çıkışı 2,4 milyar Dolar.
O kadar geri alıma ve kamu bankalarıyla müdahaleye karşın iki senelik gösterge tahvil faizi yüzde 45-47 bandında.
Hatırlayalım, 23 Mart’ta TCMB bankalar ile olağan üstü bir toplantı yapmıştı.
İşte, zannediyorum ki bu toplantıdan sonra düğmeye basıldı.
Kanımca banka genel müdürleri arka kapı yollardan ziyade zayıflayan TL mevduat talebinin güçlendirilmesi için faiz artışını ve takiben ellerinde bulundurulan tahvillerden kaynaklı oluşacak zararların önüne geçilmesini istemiş olabilirler.
Bir düşünün, eğer Merkez Bankası geri alım yapmasaydı ve yabancı çıkışının üzerine bir de bankalar tahvil satışına geçseydi hacimsiz bir piyasada tahvil faizleri hangi seviyeye çıkardı?
Ben diyeyim yüzde 60 siz deyin yüzde 70…
Kısaca ve bence, yabancının ve bankaların zararlarının belirli bir seviyede tutulması için Devlet tarafından yoğun bir tahvil alım süreci uygulandı.
Her iki pencereyi birleştirdiğim zaman ise FAİZ ARTIRIMINA ilişkin olası bir SİNYAL görüyorum.
Yani kısa vadede bırakın faiz indirmeyi, bence faiz artırımı artık masada!
Bankaların ve yabancıların olası bir faiz artırımı karşısında tahvilden sağlam dayak yemeleri şimdiden engellenmiş olabilir.
Ayrıca, Dolar’a karşı ne denli savunma imkanı kaldığı tartışmalı…
Hemen şunu da belirteyim: Yüksek faiz ortamının uzun süre korunması iktisadi olarak sağlıksız.
Lakin biz de maliyet politikasının gerektirdiği şekilde harcamaların kısılması da söz konusu olamıyor maalesef.
Ve geriye şu anki şartlar itibariyle faiz artırımından başka bir silah kalmıyor.
Yani ya Dolar ya faiz…
Sevgi ve vicdanla kalın…
Prof. Dr. Soner GÖKTEN