TCMB Şubat 2023’ten sonra ilk kez 26 Aralık 2024 tarihinde politika faizini 50’den yüzde 47,5 düzeyine çektiğinde bu hamlenin isabetliliği konusunda tereddütler ileri sürülmüştü. Bu tereddütlerin nedeni olarak, enflasyon beklentilerinin yeterince düşük seviyeye inmemiş, piyasanın yeterince soğumamış olması gösterildi. Buna karşın, faizlerin bir an önce aşağıya çekilmesini bekleyenler de yok değildi. Reel sektör, üzerinde oluşan finansal baskıyı, iktidar ise üzerine yüklenen politik baskıları hafifletmek için politika faizinin aşağı çekilmesi beklentisi içindeydi.
Politika faizi artışlarına Mehmet Şimşek’in ve yeni TCMB yönetiminin 2023 Haziran ayında ekonomi yönetimini devralmasıyla başlanmıştı. Bu artışlarda acele edilmedi. Aslında, yeni TCMB yönetimi ilk toplantısında faiz oranını yüzde 8,5’tan o günlerdeki enflasyon oranı olan yüzde 40 civarına çekebilirdi. Bunun yerine politika faizinin aşamalı olarak artırılması tercih edildi. Muhtemelen, bu “tedricen artış” yaklaşımının benimsenmesinde yaklaşan 2024 yerel seçimleri etkili oldu. Sonrasında, politika faizi ile enflasyon oranının aynı seviyeye gelmesi ancak 2024 yılının Eylül ayında mümkün oldu. Daha sonra, TCMB takip eden Aralık ve Mart aylarında iki kez faiz indirerek politika faizini yüzde 45’e çekti.
Politika faizinin indirilmesinde aceleci olunduğuna dair görüşler ileri sürüldü. Hiç olmazsa aylık enflasyonun yüksek seyrettiği kış aylarının geçmesinin beklenmesi gerektiği, TCMB’nin yeterince kredibilite kazanıp kazanmadığının hala tartışmalı olduğu, dezenflasyon politikalarını destekleyen maliye politikalarının mevcut olmadığı, idari ve yapısal reformlar yapılmadan enflasyonla mücadelede kalıcı bir başarının elde edilmesinin mümkün olmadığı görüşleri ortaya atıldı.
Siyasi istikrarsızlık ekonomiyi olumsuz yönde etkiler
İkinci faiz indirimi olan 6 Mart 2025 tarihli PPK kararından iki hafta sonra bozulan siyasi ortam ekonomik dengeler üzerinde şok etkisi yarattı. Türkiye’nin iki yıllık tahvil faizleri yüzde 39’lardan yüzde 50’lere yükselirken, TCMB gecelik faizi yüzde 44’ten yüzde 46’ya çıkardı. Yine aynı şokun etkisi ile döviz kurları yukarı sıçradı, bu sıçramayı kontrol etmek için 25 milyar dolar rezerv satıldı, borsada olağanüstü düşüşler yaşandı. Ekonomi yönetimi bir şekilde direksiyon hakimiyetini yeniden sağladı ama Mart ayının ikinci yarısının başında ortaya çıkan siyasi istikrarsızlık ve bunun birçok ekonomik göstergeye hızla yansıması beklentiler üzerinde çok olumsuz bir etki yaptı.
Zorlukla ve halkın refahından fedakarlıklar yapılarak gerçekleştirilen bir takım olumlu ama kırılgan ekonomik gelişmelerin önüne yeni bir engel çıkmış oldu: Siyasi istikrarsızlık. Geçen yıl yapılan yerel seçimler nedeniyle enflasyonla mücadele yavaş bir tempoda yürütülmüş, siyaset ekonomik performansın yavaşlamasına yol açmıştı. Bu kez, İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması siyasetin ekonomi üzerinde yeniden bir yük olarak ortaya çıkmasına, ekonominin belinin bükülmesine, dar ve sabit gelirli halk kesimlerinin ve firmaların zorlukla yürüdükleri yolun uzamasına yol açtı.
Nisan ayı başında ise ekonomi üzerinde yeni bir baskı kanalı daha oluştu: Muhalefetin ekonomik boykot çağrıları. Boykot çağrılarının etkili olması piyasa ekonomisi üzerinde çarpıklaşma yaratır. Tüketiciler en ucuz ve kaliteli buldukları malı politik nedenlerden dolayı satın almaktan vazgeçerler, onun yerine daha az tercih ettikleri malı alırlarsa, ya da satın alma kararlarını politik nedenlerle ertelerlerse bu durum piyasa ekonomisinin etkili bir şekilde işlemesine mâni olur. Bunun yanı sıra, bu tür çağrıların en önemli etkilerinden biri yatırımcı ve tüketici güvenini azaltma potansiyeline sahip olması. Özellikle yabancı yatırımcılar, siyasi istikrarsızlık veya piyasa belirsizliği nedeniyle yatırımlarını erteleyebilir veya geri çekebilirler. Diğer yandan, boykot edilen şirketlerin hisse senedi fiyatları düşebilir. Yatırımcılar, boykotun şirketlerin gelecekteki performansını olumsuz etkileyeceği endişesiyle hisse senetlerini satabilirler. Bu endişenin yayılması yalnızca boykot edilen şirketlerin hisse senetlerine değil, diğer şirketlerin de hisse senedi fiyatlarına yansıyabilir. Bu durum firmaların sermaye yapılarının bozulmasına yol açabilir.
Ekonomimiz kırılgan, siyasetimiz kırılgan ve dünya oldukça belirsiz bir sürecin içinden geçiyor. Bu gelişmeler, önümüzdeki birkaç ay içinde memur maaşlarının, emekli maaşlarının asgari ücretin artmasına yönelik taleplerin yoğunlaşmasına neden olacaktır. Türkiye’nin acilen bu kısır döngüden çıkması gerekiyor. Çünkü halk hem siyasetteki gerilimden hem de ekonomik sıkıntılardan çok bunalmış durumda.
Enflasyonla mücadele, siyasi istikrarın sağlanması ve yatırımcı güveninin yeniden tesis edilmesi, Türkiye’nin geleceği açısından kritik öneme sahip. Bunların gerçekleşmesi için herkes üzerine düşen sorumluluğun bilincinde hareket etmek zorunda. Aksi takdirde, yeni bir yoksulluk dalgasının ve yeni toplumsal gerilimlerin ortaya çıkması kaçınılmaz hale gelebilir.