Faiz paranın fiyatıdır.
Bu nedenle faiz artarsa paranın değeri artar, düşerse azalır.
Nitekim Dolar’ın seyriyle ilgili ilk bakışta Amerika Merkez Bankası-FED’in kararları kritik önem arz ediyor.
FED, 2025 yılının ikinci faiz kararı toplantısı Mart ayında yapacak; 18-19 Mart tarihlerinde toplanacak ve karar 19 Mart’ta saat 22.00’de kamuoyuyla paylaşılacak.
Şubat 2025 itibariyle analistler; Avrupa Merkez Bankası-ECB’nin 88 baz puan ve İngiltere Merkez Bankası-BOE’nin 84 baz puan düşürmesine kıyasla; FED’in faiz oranlarını 2025 yılında yalnızca 45 baz puan düşürmesini bekliyordu.
ABD enflasyonunun inatçılığı ve büyümedeki kayda değer göreceli ivmelenme FED’in ihtiyatlı olacağı beklentisini güçlendirmiş ve nihayetinde diğer merkez bankalarının gerisinde kalacağı öngörüsü GÜÇLÜ DOLARA işaret etmişti.
Ne var ki, Mart ayına gelindiğinde, tarım dışı istihdam verilerinin ardından, FED’in ilki haziran ayında başlamak üzere bu yıl üç kez faiz indireceği ve ABD faiz vadeli işlemleri itibariyle 7 Mart Cuma günkü kapanışlara göre 2025 yılında indirimin toplamda 78 baz puana ulaşacağı öngörüldü.
Kısacası henüz bir ay dahi olmadan beklentiler güçlü dolardan ZAYIF DOLARA dönüştü.
Diğer bir ifadeyle, mevcut koşullar itibariyle ABD hiç olmadığı kadar bu denli ÖNGÖRÜLEMEZ HALE GELDİ.
Altını çizmek istiyorum: Para politikası yani FAİZ KARARLARI eğer şartlar stabil ise ÖNDEN KOŞARAK PARANIN DEĞERİNİ BELİRLER! Lakin şartlar STABİL DEĞİL yani öngörülemez ise; ARKADAN KOŞAR!
İşte bu nedenle; Dolar özelinde başkaca durumlara bakmak gerekiyor…
Öngörülemezliğin başrolü Trump!
Ve yarattığı koşullar…
ABD, yıllardır, başka hiçbir ülkenin sahip olmadığı; aynı zamanda rezerv para statüsündeki Dolar’ın uluslararası ticaretteki liderliğinin lüksünü yaşadı.
Öyle ki, Ocak 2025 itibariyle SWIFT işlemlerinde Dolar’ın uluslararası ticaretteki payı yaklaşık yüzde 50 iken; Euro’nun yüzde 23 ve Sterlin’in yüzde 7 olarak gerçekleşti.
Kısacası, uluslararası ticaret yapmak isteyenler Dolar’ı kullanmak zorundaydı ve halen dahi zorundalar.
Bu durum ise, ABD müthiş miktarlarda borçlanmış olsa bile (tahvil ihracı), Dolar’a talebi her daim muhafaza etti ve Dolar’ın gücünü korumasını sağladı.
Ancak Trump’ın korumacı yaklaşımı, olası tarifeleri ve askeri konularda Avrupa ile olan bariz anlaşmazlığı; Dolar’ın uluslararası ticaretteki liderlik statüsünü tehdit edebilir.
Nitekim Almanya’nın altyapı ve savunma harcamasına 500 milyar Euro’luk özel fon ayırma hamlesi bunun en net öncül sinyallerinden biri konumunda.
Trump’ın olası politikaları karşısında, Avrupa’nın bütçe kısıtlarını terk ederek korumacı büyüme modeline yönelme alternatifi, Euro’nun uluslararası ticaretten aldığı payı yükselterek Euro’ya talebi artırır. Bu ise Euro’nun değerini yukarı iterken; Dolar’ın zayıflaması sonucunu doğurur.
Eğer hal vaziyet bu şekilde gelişirse, yani 2025 yılında GÜÇLÜ EURO ve ZAYIF DOLAR ortaya çıkarsa, nitelendirme açısından tam olarak Türkiye DÖRT AYAĞININ ÜZERİNE DÜŞER!
Uluslararası ticarette, ağırlıklı olarak gelirleri Euro giderleri ise Dolar cinsinden olan Türkiye’nin rezerv kompozisyonu değişir, yani carry trade oranı düşer ve bu durum TCMB’nin rezerv maliyetini aşağıya çeker.
Bu bahisle, Türkiye’de enflasyonda anormal şartlar belirginleşmezse, Dolar’ı baskılama maliyetindeki düşüşle birlikte TL’de reel değerlenmeyi mevcut kılacak reel faiz marjı daraltılabilir ki; bu da yapışkan enflasyon seviyesine kadar süreklilik arz eden faiz indirimlerinin önünü açar.
Sözün özü Trump Türkiye için şans mı yoksa değil mi önümüzdeki günler bunu ortaya çıkaracak gibi duruyor.
Ve uluslararası para piyasası açısından önümüzdeki süreçteki en önemli göstergelerden biri, Dolar ve Euro’nun uluslararası ticaretteki pay oranlarındaki değişim olacak.
Sevgi ve vicdanla kalın…
Prof. Dr. Soner GÖKTEN