Sıklaşma sürecinde ekonomi kurumlarından ardı arkasına kararlar geliyor.
Son olarak BDDK ve TCMB kararlarıyla karşılaştık.
Çeşitli mecralarda yapılan yorumlar son derece azdı.
Yapanlar ise genelinde yanlıştı.
Siyasi saikle yazanlar bir yana, anlamadan yazanlar da hiç az değildi.
Sizler için, finansal okuryazarlık adına meseleyi basitçe irdelemeye ve anlatmaya çalıştım.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası-TCMB, TL mevduatta zorunlu karşılık oranlarını artırdı.
Peki nedir zorunlu karşılık?
Toplanan mevduat miktarının TCMB nezdinde bulundurulması gereken kısmı.
Kısa vadeli TL mevduat zorunlu karşılık oranı %12’den %15’e, uzun vadeli TL mevduat zorunlu karşılık oranı %8’den %10’a yükseltildi.
Bu bahisle ve basitçe 32 gün için 100 TL mevduat kabul eden bir banka bunun 12 TL’sini TCMB nezdinde tutarken artık 15 TL’sini tutacak.
Peki mevduat nedir?
Bankalar için finansal kaynaktır.
Bankaların bilançosunun pasifinde (yani yükümlülüklerde) raporlanır.
Mevduat bankaları para toplar ve satar.
Zorunlu karşılıkların artırılmasıyla birlikte, kısa vadeli toplanan 100 TL’lik mevduatın artık 88 TL’sini değil 85 TL’sini kullanılabilecek.
Bu durumda satılabilecek parasal tutar azalacak yani bu karar kredi sıkılaşması yönünde etki gösterecek.
Bağlanan her 100 TL’lik kısa vadeli TL mevduattan artık ek olarak 3 TL TCMB’ye park edecek. Yani dolaşıma girmeyecek. Dolayısıyla likidite daralmasına hizmet edecek.
Bu etkiler beraberce dikkate alındığında ise TCMB’nin sıkılaşmaya yönelik karar aldığı anlaşılabilir hale geliyor.
Ayrıca, her ne kadar para politikası uygulamalarında tarihsel bazda ‘zorunlu karşılıklar’ bir tür likidite kontrol aracına dönüşmüş ise de; zorunlu karşılıkların ilk uygulamalarında birer ‘ihtiyat akçesi’ yani bankaların iflasının önlenmesi adına ZOR GÜN PARASI olarak ortaya çıkan bir araç olduğu unutulmamalıdır.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu-BDDK ise bankaların bireysel ve konut kredilerindeki ihtiyatlı risk ağırlıklarını kaldırıldı.
Peki nedir risk ağırlığı?
Uluslararası Basel Standartlarına göre, bankaların kullandırdıkları krediler ve menkul kıymet yatırımları için bulundurmaları gereken minimum sermaye tutarını düzenlemektedir.
Bankalar için krediler ve menkul kıymet yatırımları varlıktır.
Yani toplanan paranın satılması karşılığında gelecekte nakit akışı tesis etmek üzere yapılan yatırımlar karşılığı oluşan haklardır.
Basel, olası iflas risklerinin azaltılması için bankalardan toplam aktiflerinin en az %8’i kadar sermaye bulundurmasını ister.
Teknik olarak size basitçe şu şekilde anlatabilirim; Basel standartları uyarınca 100 TL kredi için 8 TL öz varlık bulunmalıdır. Öz varlık ise, banka sahiplerinin ceplerinden koydukları para (bedelli sermaye artımı) ve/veya otofinansmandır (dağıtılmamış kar).
Lakin burada temel husus, 100 TL olarak ifade ettiğimiz kredi tutarının ne şekilde hesaplandığıdır.
Buna ‘risk ağırlıklı aktif’ denir ve kredi riski, piyasa riski ve operasyonel riskin bir fonksiyonudur.
Basitçe örneklendirmek adına, 100 TL’lik kredi için, sermayenin risk ağırlıklı aktiflere oranının minimum %8 olması kuralından yola çıkarak, iki tür risk ağırlığı durumunda olması gereken sermaye düzeylerine etkisine bakalım.
Birincisinde risk ağırlığı %100 olsun.
İkincisinde ise %150 olsun.
Birinci durumda 100 TL’lik kredi için bankanın sahip olması gereken sermaye minimum 8 TL (100×1×0,08) olacaktır.
İkinci durumda ise, bankanın 100 TL’lik kredi vermek için bulundurması gereken sermaye düzeyi 12 TL (100×1,5×0,08) olacaktır.
Kısaca, risk ağırlığı artıkça, kredi vermek için ihtiyaç duyulan sermaye düzeyi artmış olur ki; bu durum banka sahipleri adına faaliyet (kredi) hacmini artırmak için katlanılan maliyeti artırır.
Tersi durumda ise, yani risk ağırlıkları düştükçe, daha az sermaye ile daha fazla kredi verebilmek mümkün hale gelir.
TCMB ve BDDK birbirine ters kararlar mı aldı?
Maalesef, çok basit çıkarımlarla gerek sosyal medyada gerekse de görsel mecralarda iki kurumun kararının birbirine ters olduğu gibi akıl ve mantıktan uzak yorumlarla karşılaştım.
Bu aparatlı ve sözde uzmanların yorumlarıyla vakit kaybetmeden, finansal okuryazarlık adına işin aslını sizlere madde madde aşağıda yazayım.
TCMB ve BDDK kararları birbirine ters değildir.
TCMB kararı para politikasına yönelik, BDDK kararı ise bankalara yöneliktir.
TCMB kararları likidite fazlalığıyla mücadeleye ve mevduat faizlerinin çıplanmasına hizmet edecektir ancak yeterli olmayacaktır. Likidite fazlalığının yarattığı miktarsal genişlemenin çekilmesi için ölümcül ve etkin darbeler aşırı vergilendirme ve/veya Hazine borçlanmasıdır.
BDDK kararı 70 milyonluk dar gelirli ve fakir için kredi hacmini artırmaz. 10 milyonluk kaymak tabaka için artırır. Çünkü dar gelirli ve fakirlerin krediye erişilebilirliği zaten bulunmamaktadır.
Nas alışkanlıkları ortadan kalkınca, ek risk ağırlığına ihtiyaç kalmamıştır.
Batık (junk) risk ağırlığı standart yaklaşımda zaten %100’dür.
BDDK kararıyla %150 uygulanıyordu.
Bunu %100’e indirmek, bankaların sermaye pozisyonlarını rahatlatacaktır.
İhtiyaç var mıydı? Evet.
Enflasyon muhasebesi uygulandığı taktirde; zaten kredi veremediği için belki de zarar raporlama durumuna gelen bankalar açısından sermaye artırımı da şu an için çok problemli ve zor.
Bu bahisle BDDK’nın bu kararı bankalara nefes aldırmak için yapıldı.
Kısaca,
TCMB, bankaların pasif (kaynak) tarafı üzerinden sıkılaştırma uygularken, BDDK, bankaların aktif tarafını düzenleyerek, öz kaynak marjlarını artırdı ve zor durumdaki bankalara finansal rahatlama alanı sağladı.
Ne var ki, BDDK’nın bu kararı belirli bir kesimin ekmeğine yağ sürdü.
Bu kesim Hem kararı MANİPÜLE ETTİ,
Hem de KONUT FİYATI MANİPÜLASYONU yaptı.
Yağmacılar rahat durmadı, lobi borazanlığı kimi medyayla koroya dönüştü.
Hem yazacağım hem de Remzi Özdemir ile Paramedya TV Youtube kanalında konuşacağız.
Sevgi ve vicdanla kalın…
Prof. Dr. Soner GÖKTEN