KADINA EKONOMİK ŞİDDET!

kadına yönelik ekonomik şiddet günümüzün en büyük sorunu. Nedir bu ekonomik şiddet? Prof. Dr. Serap Durusoy yazdı.
Son yıllarda fiziksel şiddet, taciz tecavüz ve kadın cinayetlerinde görülen artış ve buna yönelik kamuoyunda oluşan tepkinin bir uzantısı olarak şiddet haberleri manşetlerde daha sık görülmekte. Basına en fazla yansıyan bu sorunlar yaşanan gerçeği ifade ederken, kadın gündeminin yalnız bu konularla sınırlı kalmasına yol açmaktadır. Ancak kadın gündemini çok meşgul etmese dahi kalkınma paradigması içinde kadın yoksulluğu ve kadına yönelik ekonomik şiddet de önemli bir sosyo-ekonomik sorun olarak kendini göstermektedir. Öyle ki daha önce bir çok uluslararası platformun tanımlamaları içerisinde ve bildirgelerde  ( BM, 1993 Viyana Bildirgesi, CEDAW Komitesi Genel Tavsiye Kararları, Pekin +5 bildirgeleri gibi) ekonomik şiddetin adı geçmezken BM’in şiddet tanımının son haline “mağduru ekonomik ihtiyaçların karşılanmasından yoksun bırakma” cümlesinin dahil edilmesi, ayrıca Avrupa Konseyi’nin Mart 2006 ‘da oluşturduğu 2006-2010 yılları arasını kapsayan Roadmap for Equality Between Women and Men ‘de kadın erkek eşitliğini sağlamak için belirlenen 6 öncelikli alan içerisinde kadının ekonomik bağımsızlığının dikkate alınması ve yine 2010 yılında kabul edilen Women’s Charter’ da  belirlenen 5 öncelikli alan içerisinde de eşit ekonomik bağımsızlık ve eşit değerde eşit  ücret unsurlarına değinilmesi   ekonomik şiddetin, dünya kamuoyunda görünür kılınmaya çalışıldığının bir göstergesi olarak yorumlanabilir.
 
Aile içi şiddet kalıbının çoğunlukla dışarıda bıraktığı Ekonomik Şiddet; Kadının emeğine ve yarattığı değere el konulması, kadının ev ekonomisine katkısının kabul edilmemesi, ekonomik kaynakların ve paranın kadın üzerinde bir yaptırım, tehdit ve kontrol etme aracı olarak kullanılması, gelecekteki üretme ve kazanma gücünü elinden alabilmek için bilgisiz bırakılması, ortak miras, mal-mülk konusunda ayrımcı davranışlar sergilenmesi ve bu davranışların boşandıktan sonra da devam ettirilmesi ve kadının çalışmasının ret edilip, gelirinin izni dışında harcanması gibi durumları içermektedir.
 
Türkiye’de ekonomik şiddet iki kanaldan beslenmektedir.
1-Mikro Ölçekte Aile İlişkileri: Kadını ekonomik ihtiyaçlarının karşılanmasından yoksun bırakma gücüne sahip kurumlardan birisi aile olunca ekonomik şiddetçiler içine ana, baba, kardeş, koca, evlatlar ve akrabalar girmektedir.  Özellikle cinsiyetleri üzerinden tanımlanan kadınların hiyerarşinin altında yer aldıkları; erkeklerinse evrensel kişiliğin taşıyıcısı olarak yüceltildiği aile ilişkilerinde (ataerkil kültür) ekonomik kaynaklara ilişkin paylaşımlar da rasyonel kararlar içermemektedir. Bu kültüre göre tüm ev hanımları ve evli olmayan ama kişisel geliri de olmayan kadınlar bağımlı, erkekler ise egemen konumda yer almaktadır. Bir toplumsal kontrol sistemi olarak şekillenen bu ataerkil yapı, içerisinde ekonomik şiddeti içermektedir. Dolayısıyla kadınların erkeklere bağlı olduğu bir sistem olan ataerki sisteminin ekonomik temelini ev içi üretim tarzı oluşturmaktadır. Bu ev içi üretim tarzı aynı zamanda kadın emeğinin görünürleşmesini engellemektedir. Kadının ev içindeki gösterdiği tüm çabaların aile bağları ve annelik görevi adına yapıyor olması kadın emeğinin görünmez olmasının içselleşmesindeki en büyük nedendir. Öte yandan kadının «öznel kimliği» dışında «verili kimliğine» bağlı olarak tamamen ev içine sıkıştığı ataerkil düzende pazarlık gücü de sınırlı kalmakta ve kadınları erkeklere bağımlı hale getirerek para üzerindeki stratejik kontrolün erkeklerde olmasına yol açmaktadır. Örneğin yatırımların  tamamen erkeklerin kontrolünde olması  ortak birikimlerle alınan mülklerin erkeklerin üzerine  kayıtlı olması çarpıcı gerçeklerdir. Nitekim TÜİK’in 2006 Aile Yapısı Araştırması’na göre Türkiye’de bireylerin sahip oldukları müstakil ev ve apartmanların sadece %15’i kadınlar adına, kayıtlı olup kadınların %80.2’sinin,  üzerine kayıtlı gayrimenkul ya da araç bulunmamaktadır.
 
2- Makro Ölçekte Kapitalizmin Piyasa Mantığı İçerisinde Üretim İlişkileri:Kapitalizmin üretim ilişkisi günümüzde yalnızca kapitalistler ve emek arasında değil, gelişmiş ülkelerin tekel sermayesi ile gelişmekte olan ülkelerin yoksul kadınları arasında görülmektedir. Öyle ki bu ilişki kapitalist ataerkiyi yaratmıştır. Kavram, erkek egemenliği ve babaların yönetiminin ötesinde erkek patronların yönetimini içermektedir.  Dolayısıyla kapitalist ataerki adı verilen günümüz dünyasının egemen toplumsal paradigması ile kadına yönelik ekonomik şiddet ve kadın emeğinin sömürülmesi doğası gereği bağlantılıdır.  Nitekim Türkiye’de her ne kadar TÜSİAD( Türk Sanayiciler ve İşadamları Deneği) gibi iş dünyasının önde gelen bir örgütün başında kadın başkanlar yer alsa da ve kadın girişimcilerin ve iş kadınlarının kendilerine ait bir dernek ( Kadın Girişimciler Derneği (KAGİDER)) kurup ve diğer kadın örgütleri ile aktif olarak çalışsa da sermayenin yöneticisi konumundaki kadın sayısının çok olduğu söylenemez.  KAGİDER’in araştırmasına göre, Türkiye’de ticaret odalarına kayıtlı girişimci sayısı 1.3 milyonken bunların sadece  80 bininde kadın sahipliği/ ortaklığı olduğu tespit edilmiştir. Türkiye İstatistik Kurumu 2011 yılı verilerine göre işveren ve kendi hesabına çalışan kadın oranı  % 9 iken, bu oran erkeklerde % 24 seviyesindedir.
Öte yandan küresel iş bölümünde ileri kapitalist ülkelerin artık teknolojinin de yardımıyla üretimi emeğin daha ucuz olduğu, emeği sömürebilecekleri bölgelere kaydırmaları ve enformalleşme ile birlikte İş Kanun’larının korumadığı, iş güvencelerinin az olduğu iş türlerinin çoğalmasına yol açmış ve bu işlerde çalıştırılmak üzere uluslararası sermaye tarafından gelişmekte olan ülkelerin ev kadınları keşfedilmiştir. Bu kadınların çoğunluğunun yarı zamanlı işlerde ve düzensiz işlerde çalışmaları örgütlenme seviyelerini düşürmekte ve sendikal yapılardaki temsiliyetlerini de azaltmaktadır.
 
Tüm bunların dışında geleneksel kadın rollerinin hala sürdüğü Türkiye gibi ülkelerdeki yapısal ve yasal eksiklikler de kadına yönelik ekonomik şiddeti tetiklemektedir. Özellikle işgücü piyasasındaki eşitsizlikler, kadının kendine ait sosyal güvenliğinin olmaması, ev eksenli çalışma türlerine ilişkin yasal eksiklikler ve anneliğin kariyer basamağında üst sıralara taşınması kadını ekonomik alanda pasif konuma itmektedir.  Nitekim 2014 yılı bazında Türkiye’de kadınların ancak %27’sinin çalışması ve 15 yas üstü kadınların 20 milyona yakının ev kadını olması bu tespiti doğrulamaktadır


Kaynak: http://www.ankarastrateji.org/

Exit mobile version