2003 ve sonraki yıllarda İMF’ programı sonuç verdi. Ancak bu sonuçta yabancı yatırım sermayesi girişi etkili oldu. Çünkü Türkiye’nin yumuşak karnı olan döviz sorunu sıcak para girişi nedeniyle çözülmüştü. Ama aynı nedenle TL değer kazandı ve ithalata bağımlı bir üretim yapısı oluştu. Bu yapının doğal sonucu olarak cari açık arttı.
Yatırım ve teknoloji ithalatı nedeniyle cari açık veriliyorsa, bu açığın dış borçla finansmanı geçici olur. Çünkü ihracatta yüksek teknoloji payı artar ve cari açık biter.
Ama Türkiye ithal girdi ve ithal tüketim malı nedeni ile cari açık verdiği için bu açık son yıllarda sürdürülemez oldu. Başkanlık sistemi de güven sorunu yarattı ve yabancı yatırım sermayesi de kesilince, krize dönüştü.
Siyasi iktidarın ekonomi alanında bugüne kadar bir politika çizgisi olmadı. Zira anlaşılan odur ki; hükümetlerin üstlendiği siyasi misyon anlayışının temeli 1400 yıl öncesine dayanıyor. Bu anlamda faizin nas olduğu bir anlayışta orta ve uzun dönemli bir politika üretemezsiniz. Demokratik kurumları istişare kurulu olarak gören anlayışta da politika üretemezsiniz
Bunun içindir ki; meclisin bütçeyi kontrolüne sınır getirildi. Cumhurbaşkanlığı Finans politika kurulu bugüne kadar dış finansman bulmada hiç etkili olmadı, bunun için Hazine Bakanı ve Merkez Bankası başkanı bulundu. Ekonomi Politika kurulunun bir istikrar programı önerisi olmadı.
Yeni ekonomi yönetimi de bir istikrar programı yapmadı. Günübirlik kararlar alıyor. Oysaki yarını görmeden, yerli ve yabancı sermaye yatırım yapmaz. Bu nedenledir ki, güven sorunu oluştu ve yerli sermaye de artık yurt dışında yatırım yapıyor.
Yine şok faiz düşüşü, kur şoku yarattı. Bugün MB gösterge faizini yüzde 30’ çıkardı ve fakat hala enflasyonun çok altında, reel faiz yok. Türkiye şartlarında reel faiz olmazsa, TL’ den kaçış ve dolarizasyon durmaz, krizden çıkışta olmaz.
Dünyada iktisadi Konjonktür değişti. Neo-liberal politikalar, küreselleşme süreci tersten kesmeye başladı. Üstüne gelen Pandemi de arz-talep dengesini bozdu. Gelişmiş ülkeler reel faize geçip, enflasyonu çözmeye çalışıyor. Birçok Gelişmekte olan ülke yoksullaştı. Türkiye istikrarda yanlış ekonomi yönetimi nedeniyle dünyadan ayrıştı. Krize girdi.
Bu günkü gidişat krizin dip yapacağını gösteriyor. En büyük risk de dış borçlarda temerrüt riskidir.
Son yüzyılda birçok ülke defalarda dış borçlarda temerrüte düştü. Türkiye yalnızca 1958 yılında dış borç anapara ve faizini ödeyemez duruma düştü ve dış borçlarda moratoryum (borç erteleme) ilan etmek zorunda kaldı.
1984 latin ülkeleri dış borç Krizinde, Türkiye’nin dış borç sorunu yoktu.
Dış borç stokunun GSYH oranı yüksek değil, ama cari açık ve CDS oranları yüksek ve sürdürülemez seviyededir. (Aşağıdaki tablo)
Kriz dip yaparsa ne olur?
GSYH daralır, işsizlik artar, yoksulluk artar, stagflasyon yaşarız.
Krizin dip yapması nasıl önlenebilir?
İMF ile anlaşarak bir istikrar programı yapmalıyız.
Demokrasiye ve yargı bağımsızlığına dönmeliyiz. Yolsuzlukla, yeraltı ekonomisi ile mücadeleyi artırmalıyız. Bu yollarla güven sorunu aşılırsa doğrudan yabancı yatırım sermayesi girer.
İthal ikame politikaları ile üretimde ithal girdi payını düşürmeliyiz,
Milli dış ticaret politikası uygulayarak, Çin ve Rusya’dan ithalata vergi ve kota getirmeliyiz.
Kambiyo sisteminde değişiklik yaparak, yarı sabit kur politikasına dönmeliyiz.
Merkez bankası tam bağımsız olmalı, hem kuru hem de TL’yi gözetmelidir. (Kambiyo sistemi değişir, sıcak para kontrolü olursa, MB’nın kuru gözetmesi sağlanabilir. İMF’ den alınacak borç ile döviz rezervleri artırılabilir.)
10 milyon yabancıyı geri göndermeliyiz.
Bugünkü hükümet bunları yapacak gibi durmuyor. Kimse temenni etmez ve fakat bu durumda krizin dip yapması kaçınılmaz görünüyor.