Oyuncusuz antrenörler;
Takım oyunudur yaşantımız, işe giderken bile takım halinde maça gider gibi gidiyoruz, her durakta Tarık bizi alıyor… hepimiz aynı takımın oyuncusuyuz.
Takım olursak maçı kazanırız, hayatı kolaylaştırırız. Takımsız kalırsak rüzgarla karşı karşıyız, esen rüzgarı arkamıza alırsak yelkenlerimizi dolduruyoruz.
Aslında hepimiz rüzgara rağmen bal yapmak için çalışan arılarız, iyi bir antrenörle sayı kralı olmak için yarışmaya hazırız, topun bize gelmesini bekliyoruz. Süreye karşı oyunda kalmak, takıma faydalı olmak için yarışıyoruz. Takım içinde bir birlik var, hepimiz aynı forma için savaşıyoruz , aramızda transferler yok denecek kadar az, alt yapıdan seçilerek A takım oyuncusu oluyoruz, ne elemelerden geçiyoruz , ne bedeller ödüyoruz.
Antrenörler mutlu, yöneticiler mutlu sayılar geldikçe. Skor tabelasına baktıkça takım olmanın ne demek olduğunu her maça çıkışta anlıyoruz. Giderken marşlar söylüyoruz, Tarık bağırmamızdan şikayet ediyor belki ama kazanıyoruz.
Yavaş yavaş takım olmak farklılaşmaya başlıyor, antrenörler kendilerini oyuncu sanıyor, sayıları kendi hanelerine yazıyor, oysa maçı kazanan oyuncular! Antrenörler mi oyuncuları yok sayıyor, yoksa oyuncular mı alınganlık yapıyor ? Bilinmez ama işte burada ayrılıklar başlıyor.
Takım eski havasında değil, oyun kurmak zor hale geliyor, kimse topu eline almak istemiyor. Sayı attığını maçı kazandığını düşünen antrenörler maç kaybının faturasını oyunculara yüklemeye başlıyor. “Bu şekilde olmaz, istemeyen takımı bırakır gider, kimseyi zorla oynatmıyoruz” diyerek oyuncuları hiçe sayan tavırlar o kadar çoğalıyor ki artık, maça isteksiz çıkılıyor. Tarık coşku olmamasından şikayet ediyor, eski günleri özlediğini söylüyor, belki onun kafası rahat yoldan aldığı oyuncu sayısı azalmıştı ama, bal yapan oyuncular artık baldan kaçıyorlar.
Klup başkanlarından sorunlar saklanıyor, patronlar işlerin iyi gittiğini düşünüyor antrenörler problemleri halının altına süpürerek oyuna devam ediyor. Oyuncular kendi kendilerine kalıyor, takımdan ayrılmak isteyen yılların yıldızlarına kimse Neden gidiyorsun? Demiyor. Eksik kadrolar ile maçlar devam ediyor , eskiden taktik konuşulan salonlarda artık özveri ve daha çok çalışmak gerektiği konuşuluyor ama yapılan antrenör hataları ise asla gündeme gelmiyor.
Yukarıdan kim gelirse gelsin, takım olmanın çok önemli olduğunu ve bu işin ekip işi olduğunu söylüyor ellerinde bon servisleri olan oyuncular içinse bu laflar hiçbir anlam ifade etmiyor. Artık takım başka kulüplere gitmek istediklerini söylüyor.
Koçlar yerlerinde kalıp takım olmanın önemi için sunumlar hazırlamaya devam ediyor. Yeni hedefleri arasında da dışarıdan oyuncu transferi olanlar hep mutlu, hep şirin evin uslu çocuğu olarak bitmiş olan oyuna kendine has üsluplarıyla devam ediyor.
Takımın dağıldığının farkında olan sadece Tarık olması maçların kaybedileceğinin ilk habercisi oluyor.
Bir antrenör için en acısı, yıldız oyuncuların oyuna küsmesidir, yapılan hataların sonucu artık takım olmak yerine; tek olup ayakta kalmak rüzgara karşı yürümek oyuncuların yeni hedefi haline geliyor.
Arı baldan kaçar mı? Oyuncusu kalmayan koçlar çaresizlik içinde maça daha az kadro ile çıkarak maç kazanmanın özveri olduğunu takım olmanın ne kadar önemli olduğunu, iyi bir takım olmanın önemini söylerken rüzgar söylenenleri siliyor kimse artık takımın bir parçası olmak istemiyor.
Antrönerler oyuncusuz kalıyor ama onların ne yaptığını kimse sorgulamıyor.
Tarık camları açıyor, içeri giren meltem rüzgarıyla hayat devam ediyor…
Tarık bir banka şubesinden içeri giriyor ama çalışan kimseyi bulamıyor…
C.Ertuğrul SADIKOĞLU
ertugrulsadikoglupm@gmail.com