PARAYA GÜVENMEK NE KADARA MAL OLUR?
Yaptığım konuşmalarda, eğitimlerde sık sorduğum sorulardan biridir. Sizce insan günde kaç karar alıyordur? İp ucu vereyim, Cornell Üniversitesi araştırmacıları “sadece yemek” ile ilgili günde 226 karar[1] aldığımızı iddia ediyor. Kuşkusuz ne yiyip içeceğimiz önemli bir konu ama sadece bunun için bu kadar karar alan insan başka konularda nasıldır? Farklı internet kaynakları günde yaklaşık 35 bin karar aldığımızı iddia ediyor. Gerçekten de şöyle bir düşündüğünüzde bu yazıyı okumaya devam etmekten tutun da birazdan ayağa kalkmaya ya da telefonunuzda istemsizce Instagram’a girmeye kadar onlarca kararı dakikalar içerisinde alıyoruz.
Bir de bütün bu kararlar içerisinde bir takım “hayati” kararlar alıyoruz. Mesela neye yatırım yapacağımıza, neyi satın alacağımıza ya da bütün bunların ötesinde aslında neye ve kime güveneceğimize… Öyle ya, yatırım demek gelecekte daha büyük bir fayda için harcama hakkını ötelemek demekti. Bunu yapabilmeniz için yatırım yaptığınız varlığa, o yatırımı gerçekleştirmek için size destek olan aracı kişi ya da kurumlara ve bir adım ileride tüm bu sürecin kusursuz ilerlemesi adına devlete güvenirsiniz. Güvenin olmadığı bir toplumsal yaşam düşünülemez. İnsanın gün içerisinde aldığı o binlerce karar içerisinde kuşkusuz güvenme ya da güvenmeme kararları farkında olmadığımız kadar yer kaplıyor. Anahtarı valeye vermek, kredi kartını garsona vermek, internet sitesine kişisel bilgileri vermek, uygulamaya yüz tarama izni vermek…
Ha bir de para var elbette!
Paraya güvenmeden bu sözünü ettiklerimin sanıyorum hiçbiri olmaz. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki mesele parasal güven olduğunda iş devlete, biraz daha hassaslaştırırsak merkez bankalarına düşüyor. Ama günün sonunda oluşturulan parasal yapıya güvenip güvenmeme ve onu kullanıp kullanmama kararı (buyurun birkaç karar daha!) bizlere yani bireylere düşüyor. Biz Türkiye’de birden fazla paraya güvenmeyi öteden beri seven insanlarız. Bir zamanlar Alman markı gözdelerimiz arasındayken daha sonra Amerikan doları onun yerini aldı. Bu ülkelere ya da paralarına neden güvendiğimizi detaylandırmayacağım. Şant Manukyan kitabında Amerikan ekonomisine güvenin nedenlerini basit ve etkili biçimde aktarmış. Oradan okunabilir.
Benim sormak istediğim soru ise biraz daha farklı; paraya olan güvenin maliyeti nedir?
Güven, karşı tarafın bizim için faydalı bir eylemi gerçekleştireceği beklentisiyle, savunmasız kalmaya razı olmamızdır. Yani aslında kendi arzumuzla bir güvenlik açığı yaratırız. Valeye arabayı ya da komşuya evin anahtarını bıraktığımızda ortaya ciddi bir güvenlik zafiyeti çıkar ancak bu kişilerin bizi mağdur etmeyeceklerini umarız. İşte güvenin maliyeti nedir sorusunun cevabı da burada saklıdır.
Söz konusu para olduğunda güvenin maliyetini izlemek de zorlaşır. Ancak geçtiğimiz yazılarda buna dair ip uçlarını paylaşmıştım. Birkaç soruda bu güvenin maliyetlerini tahmin etmek mümkündür;
- Her yıl piyasaya sürülecek “yeni para” miktarına kim karar veriyor?
- “Yeni paraya” ilk kim erişebilecek, bir standardı var mı?
- Dolaşımda olması gereken toplam para miktarına dair objektif, izlenebilir, öngörülebilir bir yöntem var mı?
Eğer bu üç soruya net yanıtlar alamıyorsanız ki bugün kullandığımız itibari (fiat) paralar açısından en sevimsiz sorulardır, o zaman paraya duyduğunuz güvenin ciddi bir maliyetle birlikte cebinize geldiğini anlamanız lazım. Gelin o maliyetlerden birkaçını hızlıca sıralayalım;
- 1929 Büyük Ekonomik Buhran – ABD’de işsizlik %25’e ulaştı,
- 1973 Petrol Krizi – Petrol fiyatı 2 dolardan 11 dolara fırladı. Dünya stagflasyon ile tanıştı.
- 1997 Asya Krizi – Asya piyasalarında başlayan panik milyarlarca doların hızla kıtayı terk etmesine yol açtı. IMF ve Dünya Bankası toplamda 118 milyar dolarlık kurtarma paketi hazırladı. (Sahi bu paralar nereden geliyordu?)
- 2008 Mortgage Krizi – ABD’deki konut kredileri ile başlayan krizin her bir ABD vatandaşına maliyeti yaklaşık 70 bin dolar[2] (Peki ya kenarda dolar biriktiren diğer dünya vatandaşlarına?)
Listeyi uzatmak mümkün, ancak güvenin maliyetini anlamamız açısından ortaya çıkan etkileri düşünmemiz yeterli. Bir yerlerde bir ülkenin izlediği hatalı ekonomi politikaları sebebiyle düştüğü durumdan çıkmak için açıklanan her yardım paketinde, devletlerin uyguladığı. Her kurtarma planında yani üç aşağı beş yukarı her 10 yılda bir parasal güvenin maliyetiyle “örtülü biçimde” yüzleşiriz. Ve yukarıda sorduğumuz üç sorunun cevabı giderek bulanıklaşır.
Öyleyse bana göre yeni bir soru daha sormak zorundayız.
Daha iyi bir para mümkün mü?
[1] Wansink, Brian and Jeffrey Sobal (2007), “Mindless Eating: The 200 Daily Food Decisions We Overlook,” Environment and Behavior 39:1, 106-123.
[2] https://www.frbsf.org/economic-research/publications/economic-letter/2018/august/financial-crisis-at-10-years-will-we-ever-recover/