Mart ayının son haftasına doğru, enflasyon canavarının yeni bir hamle ile vatandaşın cüzdanından bir parça daha koparacağı yönünde değerlendirmeler yoğunlaşırken, ana amacından adım adım uzaklaşan TCMB sponsoru olduğu YUVAM adı verilen hesap uygulamasının kapsamını genişletti. Bu hesaplardan yurt dışında yaşayan Türk vatandaşlarına ek olarak yabancı şirket ve kişilerin de yararlanabileceği açıklandı.
Halbuki, bundan otuz yıl önce OECD ülkelerinde şahıs hesapları ile iştigal eden tek merkez bankası olmanın sıra dışı bir durum olduğu TCMB’de anlaşılmaya başlanmıştı. Çünkü merkez bankaların görevlerinin ne olması gerektiği konusu dünyada netlik kazandıkça, TCMB’de de üstlenilen görevler hakkında hassasiyet ve farkındalık artıyordu. Ayrıca Banka bu gelişmelere paralel bir dönüşüm de geçiriyordu.
Bağımsızlık, şeffaflık ve hesap verebilirlik prensiplerinin 90’lı yıllarda merkez bankaları arasında dalgalar halinde yayılması ülkelerin ekonomi yönetimlerini ilgilendiren en önemli gelişmelerden biri oldu. Bir diğer olumlu gelişme küresel düzeyde enflasyonun sert bir düşüş göstererek 1994’te 10.3’den (TÜFE) 1999’da yüzde 3’e kadar inmesiydi. Doğada hiçbir şeyin öylece ortadan kaybolmadığı ve dünya enflasyonunun aslında Türkiye’ye gittiği şakaları duyuluyordu. Gerçekten, 1994 – 1999 arasında Türkiye’de enflasyon ancak yüzde 125.5’dan yüzde 68.8’e (TÜFE) kadar gerileyebilmiş ve Türkiye küresel enflasyonu yukarı çeken ülke olma özelliğini sürdürmüştü.
Türkiye’de 90’lı yıllar Hükümetin TCMB’ye etkisinin azaltılması açısından çok parlak olmasa da tamamen de boş geçmedi. 5 Nisan 1994 kararları çerçevesinde Banka Kanunu’nda yapılan değişikle Hazineye verilen kısa vadeli avansın kademeli olarak sınırlandırılması sağlandı. Temmuz 1997’de ise Hazine ve TCMB enflasyonun düşürülmesi için ortak hareket etme kararı alarak sekiz maddelik bir protokol hazırladılar.
Hükümetlerin merkez bankaları arasındaki üzerindeki baskısının hafiflemesi bu kurumların kendileri ile ilgili arayışlarının yolunu açtı. Bu süreci hızlandıran önemli bir faktör de küreselleşme ve iletişimin daha da güçlenmesi ile merkez bankaları arasındaki iş birliğinin ve fikir alışverişinin yoğunlaşmasıydı.
Fiyat İstikrarı ve Finansal İstikrar
Teoride ve pratikte ortaya çıkan önemli bir gerçek, kurumların başarısının anahtarının ana görevlerine odaklanması olduğunu ortaya koymakta. Bu yaklaşım merkez bankaları için de geçerlidir. 90’lardan itibaren merkez bankalarının ana görevinin Fiyat İstikrarı olduğu konusunda dünyada kimsenin bir şüphesi kalmadı. Görevler hiyerarşisinde ikinci basamakta Finansal İstikrar bulunuyordu. Temmuz 1994’e gelindiğinde İngiltere Merkez Bankası örgütlenmesini kabaca bu ana görevlerden oluşan iki kanada ayırmıştı. Bununla birlikte dünyada finansal istikrarın merkez bankası dışında bir örgütün faaliyet alanı olması gerektiğini savunan görüşler ve bu görüşlerin uygulandığı ülkeler de mevcuttu. Böyle düşünülmesinin nedeni görevin merkez bankasında olması halinde bankanın finansal sistemdeki sorunları birinci elden görüyor olması nedeniyle asıl hedefi olan fiyat istikrarından vazgeçmek zorunda kalabilecek olmasıydı. Bu nedenle finansal istikrarın sağlanması görevi bir başka örgüte verilmesi önerilebiliyordu.
Fiyat istikrarına odaklanma konusu o kadar ön plana çıktı ve bu görevle ilgili olmayan görevlerin merkez bankalarından tasfiyesi arzusu o kadar arttı ki, bu yola girmiş pek çok merkez bankası para basma görevini dahi üzerinden attı. “Merkez bankası fabrika yönetmemeli. Biz matbaacı değiliz. Sahtecilerin geliştirdiği teknolojilerle baş etmek uzmanlık işi” denilerek banknot basımı sahteciliğe karşı uzmanlaşmış, güvenli kağıtlar basabilen özel sektör veya devlet kuruluşlarına devredildi. Banknotların tedavülü ve piyasaya sürülmesi konusu da ağırlıklı olarak banka sistemine devredildi. Öyle ki 2000’li yıllara girildiğinde dünyanın en büyük ekonomilerinden biri olan İngiltere Merkez Bankası çalışanlarının sayısı 1600’e inmişti.
90’lı yıllarda TCMB özelikle Rüşdü Saraçoğlu’nun liderliğinde her iki kanatta da etkili olunmasını sağlayacak araçları hayata geçirecek önemli adımlar attı. Fiyat istikrarına yönelik olarak atılan en önemli adım para programlarıydı. Türkiye ekonomisinin ve siyasetinin çalkantılı yıllarında bu programların istenen sonuçları verdiği söylenemez ama bu uygulamalar TCMB’nin ilerde önce zımni ve sonra da açık enflasyon hedeflemesine geçişini kolaylaştırdı.
Aynı dönemde TCMB’de finansal istikrar ile ilgili olarak ortaya çıkan önemli bir çalışma Yavuz Canevi döneminde başlayan ve Saracoğlu döneminde hayata geçirilen Elektronik Fon Transfer Sistemi (EFT) Projesiydi. Sistem işlemeye başladıktan yaklaşık bir yıl sonra Türkiye’nin gayrisafi milli hasılasının onlarca katını transfer etmeyi başarmıştı. Diğer önemli bir gelişme Türkiye’nin o günkü şartlarına göre çok üstün bir insan kaynağına ve donanıma sahip olan Bankalar Gözetim ve Veri İzleme Müdürlükleriydi. Bu müdürlükler hem bankacılık sektörünü hem de her bir bankayı ayrı ayrı izliyor ve gelişmelere göre önlem alınmasını önerebiliyorlardı. Bununla birlikte, Saraçoğlu finansal istikrar alanına girdiği için EFT’nin Bankalar Birliği tarafından kurulması ve işletilmesinden yanaydı. Yine bankaların denetiminin de farklı bir kurum tarafından yerine getirilmesi gerektiğini düşünüyor, bankaları denetleyen TCMB’nin bankacılık sistemine sorun yaratmamak için gevşek para politikalarına meyletmesinden endişe ediyordu. Sonra’dan Saraçoğlu’nun bu arzusu gerçekleşti ve 2000’li yıllara girilirken BDDK kuruldu. TCMB’nin ilgili müdürlüklerinde çalışan ve BDDK’da geçici olarak görevlendirilen uzmanlar bu kurumun gelişmesine büyük katkı sağladılar.
Gazi Erçel Dönemi ve Sonrası
Gazi Erçel (10 Nisan 1996-1 Mart 2001) TCMB’nin etkili ve etkin bir kurum olarak çalışması için nelerin yapılması gerektiğinin belirlenmesini hedefleyen ve sistemli olarak yapılan çalışmalara öncülük etti. Banka içinde yapılan arama konferansları, toplantılar ve sorgulamaların sonuçları TCMB’nin bağımsız ve fiyat istikrarını hedefleyen bir kurum olarak çalışması gerektiğine işaret ediyordu. Bu sorgulamalar yurt dışında yaşayan vatandaşların TCMB nezdindeki döviz tevdiat hesaplarının tasfiye edilmesi gerektiğini de ortaya koyuyordu. Bu iyi niyetli arayışlar sürerken 2000 yılının Haziran ayında Alman Maliyesi’nin Almanya’da yaşayan Türk vatandaşlarının TCMB’deki hesapları ile ilgili başlattığı ve ciddi bir krize dönüşen vergi soruşturmasının yarattığı sorunlar bir merkez bankasının ana görevleri dışındaki işlere girişmesinin ne kadar yanlış olduğunu gösteren net bir örnekti.
2001 krizinden çıkışın anahtarı olan IMF destekli Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’nın TCMB’nin kurumsal gelişimi için yarattığı olumlu atmosfer Banka tarafından çok iyi değerlendirildi. TCMB’nin ana görevinin fiyat istikrarını sağlamak olduğunun altı çizildi. Önce örtük, sonra da açık enflasyon hedeflemesine geçildi. Banka, bir ihracat teşvik bankası ya da kalkınma bankasının yerine getirebileceği görevleri Eximbank ve Kalkınma Bankasına devretti. TCMB ana hedefine yönelirken modern bir merkez bankasının üstlenmemesi gereken görevlerden kurtulmak amacıyla yavaş ve ihtiyatlı hamlelerini sürdürdü. Yurtdışındaki vatandaşların TCMB’deki hesapları tasfiye edilmeye başlandı, bu alana ayrılan birimler ve insan kaynağı oldukça daraltıldı. Gayrimenkul idaresinin banka yönetimi üzerinde yarattığı baskı hafifletilmeye çalışıldı. Yüzlerce lojman ve misafirhane satıldı, temizlik hizmetleri dışardan alınmaya başlandı. Şubelerin merkez bankacılığı ile ilgili olmayan pek çok işi de ayıklanmaya tabii tutuldu. Bu süreç 2011 yılından itibaren yavaşladı. 2016’da Murat Çetinkaya Banka için bir yol haritası oluşturmak için bazı çalışmalar başlattı ama gelinen noktada kurumsal kapasitedeki yetersizlik böyle bir hamlenin hayata geçmesine imkân vermedi.
TCMB şimdi bir ticari banka gibi mevduat reklamı yapıyor, kur koruma güvencesi veriyor. Bunu yaparken yurt dışında yaşayan vatandaşlara “hem birikimleriniz hem de memleket kazanıyor” diyor. Aslında, TCMB bir yandan politika faizini artırmayarak ana görevi olan fiyat istikrarını sağlama görevini yerine getirmediği gibi merkez bankacılığının alanı dışında bir görevi üstlenip merkez bankacılığının dünyadaki ve Türkiye’deki birikimlerini göz ardı ediyor. Memleketimiz kaybediyor.