Dr. Ayhan Bülent Toptaş yazıyor: Tarih tekerrür mü ediyor? Ya da aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar almaya mı çalışıyoruz.
TARİH TEKERRÜR MÜ EDİYOR? YA DA AYNI ŞEYLERİ YAPARAK FARKLI SONUÇLAR ALMAYA MI ÇALIŞIYORUZ?
Dikkatimiz Türkiye ekonomisinin pandemi ile daha da hassaslaşan dengeleri üzerinde.
Gün içinde sık sık haber akışlarına, kurlara, borsaya, açıklamalara bakıyoruz. Ama bugün yaşadıklarımızın geçmişle olan bağı da oldukça ilgi çekici. İniş çıkışlarla dolu ekonomi tarihimizde bugünler için bize ders olacak bir şeyler mutlaka var.
1994 krizi bunlardan biri.
Önemine binaen bu kriz zaman zaman iktisatçılar veya siyasiler tarafından gündeme getirilir ve krize giden yolun mahiyeti hakkında tartışmalar yapılır.
Örneğin; bundan yaklaşık 6 yıl önce, 29 Ocak 2014 tarihinde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının (TCMB) politika faizini 5.5 puan yukarı çekmesine dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan büyük tepki göstermişti. TCMB Başkanı Erdem Başçı ise faizlerin siyasi saiklerle suni bir şekilde düşük tutulmasının ortaya çıkarabileceği sorunlar konusunda 1994 krizini örnek göstererek, “O dönemde hükümet ısrarla faizleri düşük tutmak istedi. Bunun sonucunda çok daha yüksek faizlerle borçlanmak zorunda kaldı. Gerekiyorsa faiz artırmak zorundasınız.” demişti.
94 krizinde ülkeyi başbakan olarak yöneten Tansu Çiller’de aynı günlerde tartışmaya katılarak 94 krizini yalnızca faiz seviyelerinin düşürülmesine yönelik bir olguya indirgemenin “sığ ve yanlış” bir analiz olduğunu belirtmişti. Eski başbakana göre resmin tamamına bakılması gerekiyordu.
Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya’nın faiz indirim taleplerin kabul etmemesi nedeniyle görevden alınması sonrasında başkanlığa getirilen Murat Uysal döneminde politika faizinin % 24’ten % 8.25’lere kadar indirilmesine ve döviz kurlarının yeniden yukarıya yönelmesine şahit olduk. Bunun ekonomi üzerindeki etkilerinin 94 yılındaki gibi olumsuz olup olmayacağı merak ediliyor.
Diğer taraftan, eski Başbakan Tansu Çiller’in 94 krizinin faiz de dahil olmak üzere büyük resmine bakılması gerektiği düşüncesi de dikkate alınması gereken önemli bir öneri. Bu öneri doğrultusunda geçtiğimiz hafta çok saygı duyduğum iktisatçılardan Prof. Dr. Gülten Kazgan’ın “Yeni Ekonomik Düzende Türkiye’nin Yeri” (*) adlı kitabını açtım. Kitabın ilk baskısı 94 krizinden birkaç ay sonra, Ağustos 1994’te yapılmış. Yani krizden hemen sonra. Kitabın sayfaları çevrildikçe 94 krizine giden yolda sadece faiz indiriminin bulunmadığı, aslında büyük resme bakılması gerektiği, bugün karşı karşıya olduğumuz pek çok olgunun 36 yıl önce de geçerli olduğu ortaya çıkıyor.
Makro Dengesizliğin Temelleri-Göz Aldanması
Prof. Dr. Gülten Kazgan kitabının birinci bölümünde 1990 sonrası dünyanın ekonomik düzenini inceledikten sonra, Türkiye’yi incelemeye aldığı ikinci bölümün kapağında Milliyet Gazetesi yazarı Talat Halman‘ın 24 Haziran 1994 tarihinde gazetede yayınlanan sözlerine yer veriyor: “Özal-Demirel-Çiller ekseni, hem bizim halkı hem de dış alemi yaman aldattı. Enflasyonla, dış borçlanmayla, başıboş ve başıbozuk bir iktisadi canlılıkla, Türkiye’de büyük hamleler yapıldığına dair bir göz aldanması yarattılar. Er geç memleket de, dış alem de Hanya’yı Konya’yı anlayacaktı.”
Gülten Kazgan kitabında makro dengesizliğin temel nedenini, Türkiye’de yurt içi tasarruf oranının artırılamaması, buna karşın hükümetin otoyol, kamu binaları, lüks tüketim gibi yollardan kaynakları çarçur etmesi (ekonomi yönetimine bugün yöneltilen eleştirilerin temelini oluşturuyor), bir yandan da özel tasarruf artışlarının yavaşlamakla kalmayıp, negatife dönüşmesi olarak belirtiyor.
Kazgan, 1993 yılı sonuna gelindiğinde döviz tevdiat hesaplarının 19.1 milyar dolara ulaştığına ve bunun TL. karşılığının ise (bugün olduğu gibi) TL. tasarruf mevduatını neredeyse aştığına dikkat çekiyor. Yine o dönem için parasal büyüklüklerle ilgili bir başka dikkat çekici gelişme de, kredilerin mevduatlardan ve fiyatlardan daha hızlı artmış olmasıdır. 1992’de mevduat artış hızı % 60, kredilerin artış hızı % 78.5, 1993’te sırasıyla % 56.7 ve % 99.4 tür.
Döviz Kuru ile Faizin Dansı
Kazgan, Türkiye’nin döviz-faiz ikilemini anlatabilmek için “Ateş Kuşunun Dansı” metaforunu kullanıyor. Hocaya, göre Türkiye kor ateş üzerinde dans eden kanadı kırık bir kuşa benzemekte. İki ayağını (döviz ayağı ve faiz ayağı) birden ateşe basamadığı için önce biriyle basıyor, o ayak yanınca diğerine geçiyor. İkisi birden yandığında uçmaya çalışıyor, kanadı kırık olduğu için uçamıyor. Arada bir gücünü toplayıp, havalandığında, “uçuyorum” sevincine kapılıyor, ama sevinci boşa çıkıyor, bu kez iki ayağıyla kor ateşin üzerine düşüyor, iki ayağı birden yanıyor. 93 yılının sonuna doğru faiz hadlerini düşürüp, bu kısır döngüyü kırmak için iç borçlanmada miktarın düşük tutulması ve ihalelerin çok sık iptal edilmesi yolu seçildi. Borçlanma yerine TCMB’den kısa vadeli avans kullanma yoluna gidildi.
TCMB, hem olağanüstü boyutlarda şişen likiditeyi massetmek, hem de bunu yaparken döviz fiyatını sabit tutmak için 1993’ün son çeyreği ve 1994’ün başında piyasaya 3.5 milyar dolar satmıştı. Bunun sürdürülemeyeceği anlaşılınca bu politika terkedildi (2019 ve 2020’de kuru sabit tutmak için TCMB ve kamu bankaları yaklaşık yüz milyar dolarlık satış gerçekleştirdi, ama kur yine de yükseldi); Ocak sonunda dolar karşısında TL. % 13.5 kadar devalüe edildi. Bundan sonra döviz ve faiz arasında kovalamaca başladı, bir yandan TL. devalüe olmayı, bir yandan da faizler tırmanmayı sürdürdü.
Dış Borçlanmanın Yükselişi ve Uluslararası Derecelendirme Kuruluşlarından Not İndirimi
Kitapta, 1993 yılının sonuna doğru devletin tepeden tırnağa içine gömüldüğü lüks ve israf ekonomisine, özel kesimin yatırım ve üretim yerine mali piyasa oyunları ve zorla şişirilen genel tüketim ile düşen özel tasarruflar eklenince, ortaya herkesin borçlanarak yaşadığı (bugün olduğu gibi) bir ekonomi çıktığı belirtiliyor. Dört yıldan fazla süren bu hovardalık dış borç stokunu 24 milyar dolar artırarak 66 milyar dolara yükseltmişti (Bugün 430 milyar dolar).
Dış borç stoku 1993’te 66 milyar dolara yükselirken, dışarıdaki rating (derecelendirme) kuruluşları da Türkiye’nin kredi güvenilirliğinin yokuş aşağı gittiğini gördüler. 1994’ün ilk ayında Moody’s ve arkasından Standart & Poor bunu dünyaya ilan etmişti (Bugünlerde de ciddi not indirimleri yapıldığını görüyoruz). En küçük risk artışı durumunda dışarıdaki derecelendirme kuruluşları kredi güvenilirliği derecesini düşürdüğünde, bunun etkisi bir şok olarak ekonomiye yansıyordu. Devalüasyon beklentisi kar beklentisini düşürdüğünden, dışarıdan portföy yatırımı için giren yabancı sermaye dışarı kaçıyordu.
Kitapta ilerledikçe 1994 krizine giden yolun bugün takip ettiğimiz yola çok benzediğini görüyorsunuz: Başıboş ve başıbozuk iktisadi canlılık, kamunun otoyol, bina yapma merakı, dolarizasyon, faiz-kur ikilemi, kredi genişlemesi, milyar dolarlar harcayarak kuru sabit tutmaya çalışmak, gelir düzeyi ile orantısız tüketim ve borçlanmanın teşvik edilmesi, “hepimiz aynı gemideyiz” söylemleri, uluslararası derecelendirme kuruluşlarının not indirimleri, yabancıların kaçışları.
Sonuç olarak, Türkiye çok elverişli bir coğrafyada bulunmasına ve değerli kaynaklara sahip olmasına rağmen, bu coğrafyanın avantajlarını kullanarak kaynaklarını büyütemiyor, üretkenliği teşvik eden, yaratıcı bir ekonomi politikası geliştiremiyor, gelirinden fazla tüketiyor veya gelirinden fazla tüketmeye yönlendiriliyor bu sürecin sonunda Türkiye bir önceki döngüye göre daha fazla borçlanıyor ve artan borçlanma daha fazla bunalım getiriyor. Tarih bir kısır döngü şeklinde tekerrür ediyor. Bu döngü ülkeyi yönetenlerin aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar elde etmek beklentisiyle sürüp gidiyor.
(*) Gülten Kazgan, Yeni Ekonomik Düzende Türkiye’nin Yeri, Altın Kitaplar Yayınevi, 2. Basım, Nisan 1995, İstanbul.
Banka CEO’sunun Evi Neden Yok?
Türkiye’nin gündeminde İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran var. Hakan Aran, Antalya’da gazetecilerle yaptığı sohbet sırasında kiralardan yakınıyor. Aran, 12.500...