Merkez Bankası eski uzmanlarından Mülkiyeliler Birliği Derneği İzmir Şube Başkanı Dr.Ayhan Bülent Toptaş, Merkez’deki liyakat sorununa dikkat çekerek, “yetkinlikleri diğerlerinden çok da iyi olmayan personelin çok hızlı terfi etmesi daha fazla rastlanan bir durum haline geldi.”dedi. HANİFE SERTER’in röportajı:
Merkez Bankası eski uzmanlarından Mülkiyeliler Birliği Derneği İzmir Şube Başkanı Dr.Ayhan Bülent Toptaş ile 30 yıl görev yaptığı Merkez Bankası’nı ve piyasaları konuştuk.
Merkez Bankası bu krizde ne yaptı?
İşte tüm yönleriyle Merkez Bankası Röportajı.
HANİFE SERTER:
Türkiye tarihinin en ağır ekonomik krizini yaşıyor. Bu süreçte sizce Merkez Bankası doğru adımları atıyor mu?
Bir kurumun doğru adımlar atabilmesi için öncelikle sağlıklı bir kurumsal bünyeye sahip olması gerekir. Bu yıl Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının (TCMB) kurumsal yapısını ve bankanın bağımsızlığını olumsuz etkileyen öyle gelişmeler olduki, bu gelişmelerin TCMB’nin ağırlaşan ekonomik sorunlara tepki verme kapasitesini sınırladığı düşüncesindeyim.
Birinci önemli gelişme, TCMB’nin esas mukavelesinin öngördüğü şekilde her yıl Nisan ayında yapılan olağan genel kurulun bu yıl ilk defa Ocak ayında gerçekleştirilmesiydi. Genel kurullarını her yıl Nisan ayında yapan TCMB’nin genel kurulunun öne alınarak Ocak ayına çekilmesinin ve 2018 yılı karını her zamankinden 3 ay önce hazineye aktarmasının anlamı açıktı. Amaç, 31 Martta 2019 tarihinde gerçekleşecek yerel seçimlere doğru parasal genişleme yaratmaktı. Sonuçta 30 milyar TL.’yi aşan bir tutar Hazineye devredildi ama bu davranış TCMB’nin politikalarını günlük siyasetten bağımsız yürüttüğü algısına zarar verdi.
İkinci önemli gelişme, yıl ortasında TCMB’nin olağanüstü durumlarda kullanılmak üzere ayrılan ihtiyat akçelerinin Hazineye devredilmesini öngören bir yasanın Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçirilmesi oldu. Böylece 40 milyar TL. civarında bir paranın Hazinenin kasasına girmesinin ve yeniden uygunsuz bir parasal genişlemenin yolu açılmış oldu.
Üçüncü önemli gelişme, Başkan Murat Çetinkaya’nın görevden alınmasıdır. Bu hareket, TCMB’nin bağımsızlığını güvenceye alan 1211 sayılı TCMB kanunun 28. Maddesini gözardı etmektedir. Çünkü 28. maddede Başkanın (Guvernör) ancak, kendisine yasaklanan görev ve uğraşılara angaje olması halinde ve söz konusu Kanunda kendisine verilen görevlerin devamlı surette ifasını imkansız kılacak durumların ortaya çıkması hallerinde, atanmasındaki usule göre görevinden af olunabileceği hükmüne yer verilmektedir. Başkanın bu şartlar ortaya çıkmadan görevden alınmasının kamuoyunun ve yatırımcıların TCMB’nin günlük siyasetten bağımsız olarak para politikasını yürüttüğü algısını daha da bozduğu düşüncesindeyim.
Bugünlerde ise yine Banka ile ilgili olarak şuyuu vukuundan beter şeyleri gazetelerde okumaya devam ediyoruz. Bu kez de Bankanın değerleme hesabındaki birikimin hazineye aktarılmasından bahsediliyor. TCMB’den Hazineye faizsiz kaynak aktarımına yönelik yeni bir hamle daha. Bunun gerçekleşmeyeceğini umuyorum ama bu da yapılırsa aynı yıl içinde dördüncü bir büyük yanlışın altına imza atılmış olacak.
TCMB’de 30 yılı aşkın bir süre çalıştım. Yukarıda belirttiğim türden gelişmelerle hiç karşılaşmadım. Benim, hayatının yarısını bu kurumda geçirmiş bir kişi olarak bu ülkeyi yönetenlerden beklentim TCMB’nin bağımsızlığına ve para politikası alanındaki uzmanlığına saygı göstermesi. Çünkü ekonomi politikalarının başarıya ulaşmasında bu politikaları uygulayan kurumlara, özellikle de merkez bankasına güven duyulması çok önemli. Bu güven sarsılırsa Banka doğru adımlar atsa bile bu adımların faydalı etkileri çok sınırlı olacaktır.
Merkez Bankasını geçmiş dönemlerle kıyasladığınızda, bugün için liyakat sisteminin geçerli olduğuna inanıyor musunuz?
TCMB’nin geleneksel olarak üniversiteden mezun olan ve yüksek rekabetin yaşandığı sınavlar sonucu işe aldığı kişiler için belli bir adaylık ve çıraklık dönemi ile başlayan, yavaş terfilerle ama yoğun eğitimlerle ilerleyen bir kariyer sistemi mevcuttur. Bununla birlikte, bu sistem içinde bazı kişilerin bazı görevlere nasıl getirildiğini anlayamadığım durumlar olmuştur. Fakat 2011 yılından itibaren bir değişim yaşandı. Bu tarihten itibaren bazı üst pozisyonlara Bankanın dışından geçmişe oranla daha fazla görevlendirmeler yapıldığı görüldü. Bu, başlangıçta farklı yetkinliklerin, bakış açılarının ve özel sektör deneyiminin Bankaya kazandırılmasına yönelik bir girişim olarak değerlendirildi. Ama buradaki ilk sorun bu kişilerin Bankaya dahil edilme süreçlerinin şeffaf olmaması ve burada bir seçme sürecinin olduğuna dair net bir bilginin bulunmamasıydı. İkinci sorun ise, bu kişilerin önemli bir çoğunluğunun Banka içinden seçilebilecek alternatiflerine göre daha az yetkinliğe sahip olduklarının görülmesiydi. Ayrıca ne ilgili departmanın ne de Banka yönetiminin talep etmediği kişilerin de Bankaya atandığı konuşuluyordu. Diğer taraftan, yetkinlikleri diğerlerinden çok da iyi olmayan personelin çok hızlı terfi etmesi de daha fazla rastlanan bir durum haline geldi. Bu durumun Banka içinden yetişen personelde yaratabileceği hayal kırıklığı ve motivasyon bozukluğunu tahmin etmek için insan kaynakları gurusu olmaya gerek yok. Diğer yandan diğer tüm kamu kurumlarında atamalarda etkili olduğu ifade edilen gayriresmi bir örgütlenmenin TCMB içinde de etkili olduğu da hissedilebiliyordu. Bu da yeni ve daha ağır bir sorun olarak görülüyordu. Bu karışık ve nahoş süreç, 2016 yılının ikinci yarısından itibaren onlarca personelin OHAL kapsamında işine son verilmesiyle sonuçlandı. Bir süre sonra ise yüzlerce personel istekleri hilafına emekli oldu. Sonrasında da belki de 2016’nın ortasında yaşanan travmatik olayların verdiği güvensizlik ve endişenin de etkisiyle yine atamaların şeffaf, ilana çıkılmadan ve seçici bir komisyon olmadan yapılmaya devam ettiği görüldü.
TCMB Türkiye’nin en stratejik kurumlarından biridir. O nedenle bünyesinde açılan her kadro için ilana çıkmalıdır. Bu uygulamaya Banka Meclisi Üyeleri ve Denetleme Kurulu üyeleri de dahil olmalıdır. Müracaatların ciddi bir seçici kurul tarafından değerlendirilmesi ve en uygun adayların Banka’daki görevlere atanması sağlanmalıdır. Terfiler objektif kriterlere dayanarak gerçekleştirilmelidir. Banka başkanının ise itaatkar, uyumlu ve hoş sohbet olmasından ziyade para teorisi, para politikası, merkez bankacılığı bilgisi olan ve kendisine bankanın ekonomistleri tarafından sunulan makroekonomik modelleri kolayca anlayabilme yetkinliği ile tanınan kişiler arasından seçilmesi çok önemli.
Türkiye’de çok ciddi bir dolarizasyon var ve vatandaşın elindeki döviz miktarı her hafta rekor miktarda artıyor. Merkez Bankası bu dolarizasyonu önleyebilir miydi ve ne yapması gerekirdi ?
Banka mevduatlarının yarısından çoğunun dövizle yapılmış tasarruflardan oluşması ekonominin gidişatına olan güvenin azalması ile ilgili bir sorun. Bu sorunun oluşmasında TCMB’nin içinde bulunduğu durumun yadsınamaz bir rolü var. Bankanın doğru politikalar uygulayarak TL’nin değerini koruyacağı şeklinde bir güven sağlaması çok önemli. İlk soruyu yanıtlarken belirttiğim gibi TCMB’nin kurumsal kimliğini aşındıran davranışlar TCMB’nin uyguladığı politikaların etkisini zayıflatıyor, TL.’nin güvenilir bir tasarruf aracı olmasına yönelik çabaları boşa çıkartıyor.
TCMB’nin güvenilirliğini zedeleyen davranışların yanısıra dolarizasyona eğilim yaratan başka faktörler de mevcut. Ekonomi yönetiminin para politikasının dışında kalan boyutlarında yaşanan sorunlar, iç siyasi gelişmeler ve dış ekonomik ilişkilerdeki istikrarsızlıkların yarattığı riskler de dövize yönelik talebi artırmakta.
Ekonomik verilere baktığımızda Türkiye’de çok ciddi bir ekonomik kriz yaşandığını görüyoruz. Tam olarak Türk halkı bu krizi hissediyor mu, hissetmiyorsa neden?
Kriz kavramından ne anladığımız bu konuda değerlendirme yapmak açısından önemli. Türkiye’de hala işleyen bir ekonomi var. Piyasalar çalışmaya devam ediyor. Sokaklarda, çarşılarda dolaştığınızda ekonomik aktivitenin devam ettiğini bankaların çalıştığını kredi vermeye devam ettiğini, insanların para çektiğini, yatırdığını görüyorsunuz. Gelirler azalsa da hala insanların bu sürece uyum sağlamaya çalıştığını görüyoruz. Şüphesiz toplumun dar gelirli kesimleri ekonomik daralmanın etkilerini yoğun yaşıyorlar orta gelirli kesim ise harcamalarını yeniden değerlendiriyor. Yüksek gelirli kesim ise muhtemelen yatırımlarında çok daha dikkatli ve hassas davranıyor. Ekonomideki daralma ve iç ve dış borçların yönetimi ile ilgili sorunlar şu an bir şekilde tahammül edilebilir gibi görünüyor ama ekonominin populist yaklaşımlar nedeniyle derinleşen kronik sorunlarının bir gün topyekûn bir tıkanmaya yol açabileceği endişesi de gözardı edilmeyecek kadar yaygın.
Banka CEO’sunun Evi Neden Yok?
Türkiye’nin gündeminde İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran var. Hakan Aran, Antalya’da gazetecilerle yaptığı sohbet sırasında kiralardan yakınıyor. Aran, 12.500...