Sözüm vardı. Hep bankacı anneleri yazıyorsunuz, biraz da babaları yazsanız diye sitem etmişlerdi. Babalar günü sebebiyle birde bankacı babaları yazayım dedim…
Sözüm vardı. Hep bankacı anneleri yazıyorsunuz, biraz da babaları yazsanız diye sitem etmişlerdi. Babalar gününde onu da yazarız demiştim. Sözlerimi unutmam ( ama keşke unutsam dediğim çok olmuştur. )
Bankacılığa ilk başladığım yıllarda, meslek hayatında “ annelik, babalık..” gibi kavramlarımız pek yoktu.
Çalışma arkadaşlarımızın çoğu bekar, çocuksuz ve enerji doluydu. Bankacılıkta ” yeni, taptaze bir nesil” işbaşı yapmıştı sanki. Kıdemliler neredeyse azınlıktaydı. Zaman içinde sanki hep birlikte aynı süreçleri yaşamaya başladık. Önce arka arkaya düğün davetiyeleri gelmeye başladı.
ZAMAN AYIRMA
Sonra sırasıyla doğum ve çocuk haberleri.. Kiminin kızı oldu, kiminin oğlu, bazısının ikizleri, bazısının zaman içinde ikincileri. Kadınlar bir yandan doğum izni bir yandan kilo aldı, verdi derken erkeklerin çoğu fitti.
İş çıkışı spora gidenler, halı sahalara akanlar, bir iki basket atanlar, hiç olmadı yürüyüş yapanlar, havuza takılanlar. Çok yoğunlardı onlar da. En az kadınlar kadar.. Ama yine de zaman bulurlardı bu tür aktivitelere, takdir ederdim. Kendine iyi bakmak, sağlığının kıymetini bilmek güzel şey. Kadınlar saç, baş, makyaj, ayakkabı, çanta, giyim, diyet…derdindeyken erkekler genelde “ güzel yemekler, mezeler nerde ?” ve ” en iyi fiziksel aktivite ne ?” sohbetlerindeydi.
Yazın en sıcak günlerinde bile ” gömlek , kravat, takım elbise” üçlüsüyle günde üç, beş müşteri ziyaretine giden bankacıları nerede görseniz tanırdınız belki biraz da acırdınız. Rengini ancak kravatına ve gözlük çerçevesine yansıtabilen siyah, gri, lacivert bankacılar. Gömlek ya siyah, ya mavi. Biraz dışına çıktıysa maceracı bir kişilik (!) demek ki. Belki şimdi değişmiştir de işte bizim zamanımızda öyleydi…
Neyse, çok uzatmayalım..
.Bunca iş güç arasında , bir de ” baba” olduysa eğer, havası değişiverir bankacı adamın. Üzerine bir ağırlık çöker ki sormayın. Öyle üç beş ay izni de yok ki babalığa uyum sağlasın, uykusuz geceleri gündüz telafi etsin, psikolojisini dengelesin. Eve gittiğinde her zamankinden farklı bir hava. Tatlı tatlı bakan ama keyfi yerinde değilse çığlığı basan o küçük can, özlenmez mi bütün gün. Özlenir özlenmesine de, çok yorgun gelir işten baba..
Biraz sevip kaçsa. Yeni nesilde o iş zor. Hayat müşterek . Birlikte çıkıldı bu yola. Kadın da kariyer yapacak üstelik fırsat bulursa. Üzerinde hem geleneksel kodlardan gelen ” evin geçimini erkek sağlar” baskısı, hem modern zamanların ” kadın erkek eşit, kadın yapıyorsa erkek de evişi yapabilir “ dayatması.
Biraz oynasa çocukla yeter aslında. Hem bütün gün özledi çocuk babasını. Baba yoğun, baba yorgun . İşin daha da kötüsü, baba bütün gün ” çocuk ” modunda. Müdürü geldi “ peki efendim “, müşterisi geldi ” tabii efendim”, satış Müdürü aradı ” hemen efendim”, genel müdürlük mesaj attı ” tamam efendim”. İtaat etmezse işinden olur baba, sonra kim bakar çoluk çocuğa. Hem daha bebek bezi, mama, bakıcı masrafları yeni başladı, bunun daha ana okulu var, koleji var. Para kazanıyorsa, paralı okula verilecek çocuk.
Başka şansı yok aslında. İsterse çalışmasın o baba. İsterse kafa tusun düzene, ilkeli dursun, taviz vermesin prensiplerinden, masaya yumruğunu vurup (!) babalar gibi ” o iş öyle olmaz” desin. Diyemez ki, işsizlik var işin ucunda. Baba evi geçindirmeye mecbur, mahkum… Bebeğin göbek bağı kesildi kesileli, baba göbekten bağlı bu bankacılığa. O yüzden böyle itaatkar, sessiz, tepkisiz. Egodan filan değil o esip gürlemeleri astlara. İşini kaybetmek istemiyor o kadar bankacı baba. Üstlere karşı öyle alttan alması, sessiz kalması da pasiflikten, pısırıklıktan değil . Aklını kullanıyor, ailesini yuvasını koruyor, işsizlik zor bu zamanda. Biliyor bankacı baba. Akşam olup evine gelince, itaatkar çocuk modundan çıkıp baba oluvermek öyle kolay değil. Ya çocukla çocuk olup oyun oynar, eğlenir, günün yorgunluğunu unutur , ya da küskün bir çocuk gibi kaçıp saklanır baba. İkisine de “anne şefkati” iyi gelir. Güzel yemekler, tatlı sohbetler.
Belki biraz dertleşme. Okuldan gelen çocuğa sorar gibi ” Nasıl gitti bugün işler ?” deyip dökülmesine izin verme. Bütün gün konuşmuş da olsa aslında çok” sessiz ” bankacı baba.
Son sözüm hem babalara, hem de o babaları ” çocuk” yerine koyan kurumlara;
Sessiz itaati sonsuz sadakat ile karıştırmamalı asla. İtaat korkudan, sadakat sevgiden gelir. Sadakat sevgi ile başlar sevgisizlikte biter. İtaat korku ile başlar , cesaret ile biter. Seçme şansı doğduğunda insan birini seçer. Çocuklarınıza da çalışanlarınıza korku ile değil sevgi ile muamele edin ki, karşılığı itaat değil sadakat olsun, korku değil, sevgi olsun . Gerçek “Babalık” budur.
Eyyy banka yönetimleri, gelin artık bir “babalık” yapın bu bankacılara.
Banka CEO’sunun Evi Neden Yok?
Türkiye’nin gündeminde İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran var. Hakan Aran, Antalya’da gazetecilerle yaptığı sohbet sırasında kiralardan yakınıyor. Aran, 12.500...