TCMB enflasyonla mücadele amacıyla 2023 Haziran ayından itibaren politika faizini kademeli olarak artırarak yüzde 8,5 düzeyinden Mart 2024’te yüzde 50 seviyesine getirdi. Banka, politika faizini Aralık 2024 ayına kadar yüzde 50 seviyesinde tuttu, aynı ay içinde ve sonraki ayda peş peşe 250’şer bazlık indirimler yaptı. Şu an politika faizi yüzde 45 seviyesinde. Bugün, bu seviyenin daha aşağılarda, hatta yüzde 35 civarında olmasını savunanlar da var. Politika faizinin yükselmesinin ekonomiye farklı kanallardan pek çok etkisi oldu. Bu etkilerden en çok tartışılanlardan biri de reel sektörün yani ve mal ve hizmet üreten firmaların yüksek faize karşı gösterdiği duyarlılık oldu.
Geçen ay ortasında Uluslararası Para Fonu (IMF) tarafından yayınlanan ve içinde Türkiye’nin de yer aldığı pek çok ülkeyi kapsayan bir çalışma büyük ölçekli şirketlerin yüksek faiz seviyelerine nasıl tepki verdiğini ayrıntılı bir şekilde ele alıyor. Çalışma, Nassira Abbas, Bruno Albuquerque, Jose Garrido, Deepali Gautam, Benjamin Mosk, Thomas Piontek, Anjum Rosha, Thierry Tressel ve Aki Yokoyama tarafından kaleme alınmış. Konu, Türkiye’de de güncel olduğu için çok önemli. Özellikle 2024 yılının ikinci yarısından itibaren Türkiye’de reel sektörün yüksek faizlerle ilgili şikayetleri arttı. IMF’nin çalışması ise Türkiye’de yaşanan sorunun aslında küresel ölçekte de yaşanan bir sorun olduğunu ortaya koyuyor.
IMF’nin çalışmasında şirketlerin 2020 yılı başında ortaya çıkan COVID-19 pandemisinin yarattığı şokları eşi benzeri görülmemiş derecede genişlemeci ekonomi politikaları sayesinde atlatabildiği ileri sürülüyor. Dahası, bu şirketler 2021 yılı sonları ile 2022 yılı başlarında para politikalarında küresel düzeyde ve senkronize bir şekilde başlatılan sıkılaşma döngüsünün (Türkiye’de bu süreç 2023 yılı ortasında başladı) yarattığı etkilere de dayanmış gözüküyorlardı. Bununla birlikte, son zamanlarda şirketlerin artan borçlarının yüksek faizin yarattığı ortamdan olumsuz etkilendiğine dair işaretler ortaya çıkmakta ve bu da halen devam eden küresel toparlanma süreci için önemli bir risk teşkil etmekte.
IMF’nin çalışması, pandemi sonrasında büyük şirketlerde ortaya çıkan kırılganlıklar hakkında kapsamlı bir değerlendirme sunmakta. Söz konusu çalışmada, özellikle yüksek faizin yarattığı bu yeni ortamda faaliyet gösteren şirketlerin kırılganlıklarının finansal istikrara nasıl etki edebileceği konusuna odaklanılmakta. Son zamanlarda merkez bankaları faizleri düşürüyor olsa da faiz oranlarının pandemi öncesi seviyelerin üstünde kalacağı beklenmekte. Bu bağlamda, özellikle büyük şirketlerden kaynaklanan riskleri önleyebilecek ve azaltabilecek uygun politikaların tasarlanması ve uygulanması çok önemli. Makaledeki temel bulgular ise şöyle:
Her şeyden önce, araştırma, finansal zorluk yaşayan firmaların oranlarının küresel düzeyde, özellikle de gelişmekte olan piyasalarda yukarı yönlü bir eğilim gösterdiğini tespit etmekte. Bu durum çok önemli. Çünkü, makaledeki kanıtlar, finansal açıdan zor durumdaki firmaların sayısı yüksek olduğunda, faiz oranı artışlarının reel ekonomiye etkisinin çok daha güçlü bir şekilde yansıdığına işaret etmekte. Geçmiş dönemlerde uygulanan parasal sıkılaştırmaların gecikmeli etkileri, borçlanma maliyetlerini önemli ölçüde artırarak firmaların yatırım kapasitelerine olumsuz etkide bulunmakta.
İkincisi, artan borçlarının sürekli olarak yeniden finansmanına ihtiyaç duyan firmalar yüksek faiz ortamında borçlarını çevirmekte zorluklar yaşamaktalar. Makalede yer alan ampirik çalışmaya göre çevirmek zorunda oldukları borçları fazla olan firmaların bu durumdan etkilenme eğilimi çok daha fazla.
Üçüncüsü, yüksek faiz oranları ile ikiye katlanan negatif talep şoklarının yarattığı olumsuz makroekonomik senaryo çok sayıda şirketin hızla iflas etmesine yol açabilir. Bu da özellikle gelişmekte olan piyasalar ile az gelişmiş banka sistemleri için finansal risklerin artmasına yol açabilir.
Bir başka önemli bulgu, gelişmiş ülkelerde banka dışı kurumların şirketlerin kredilendirilmesindeki rolünün artmasının finansal istikrar risklerini büyütüyor olması. Makale, bu alandaki bazı veri açıklarını kapatıyor ve küresel finans krizi sonrasında bankalar dışındaki kredi kuruluşlarının artan bir şekilde riskli firmalara, zombi firmalar da dahil olmak üzere ekonominin verimsiz alanlarına yöneldiğine dikkat çekiyor. Kredi riskinin düzenlenmemiş bir sektöre kayması, potansiyel bir şirket iflasları döngüsünün finansal sistemin diğer kesimlerine de sıçraması endişesi yaratmakta. Bu, çerçevede, bu sektördeki veri boşluklarının kapatılmasına devam edilmesi ve finans sektörünün genel dayanıklılığını artırmak için bankalar dışındaki kredi kuruluşlarına yönelik düzenlemelerin geliştirilmesi çok önemli.
Makalede son olarak, pandemiden bu yana, sorunlu şirketlere yönelik olarak iflas ve yeniden yapılandırma rejimlerinde yapılan bazı iyileştirme örneklerine de yer verilmekte. Bununla birlikte, şirketlerin sorunlarının yoğunlaştığı olası bir senaryoda ülkeleri firmaları hızlı bir şekilde ayağa kaldırmaktan alıkoyabilecek birtakım eksiklikler hala devam etmekte. Örnek vermek gerekirse, pek çok ülkede henüz borçluyu ve alacaklıyı uzlaştırabilecek mahkeme dışı mekanizmalar oluşturulmamış durumda. Ayrıca tasfiye rejimlerinin ve iflas alanında çalışan profesyonellerin kalitesinin iyileştirilmesine yönelik reformlar çok sınırlı düzeyde.
Geçmiş deneyimler iflasların bir yıl içinde yüzde 200 artmasının iflas sistemi üzerinde büyük bir stres oluşturduğunu ve bu durumun iflas sürecini geciktirerek ve şirketleri hayal kırıklığına uğratarak olumsuz ekonomik sonuçlara yol açtığını göstermekte. İyi bir iflas sistemi, yaşaması mümkün olan şirketlerin yollarına devam etmesine olanak sağlarken, yaşaması mümkün olmayan şirketlerin tasfiyesini mümkün kılar. Makalede, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 60 ülkenin iflas sistemleri maksimum değeri 100 olan ve beş alt değerlendirme kriterlerinin toplamından oluşan bir endeksle değerlendirilmiştir. Bu endekse göre iflas sistemleri en başarılı olan ülkeler ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Kore ve Singapur. En kötüler ise Haiti, İran, Venezuela, Kamboçya, Vietnam ve Tacikistan. Türkiye ise 60 ülke arasında 36. Sırada.
IMF’nin çalışması ilgiyi hak eden, dersler çıkarılması gereken bir çalışma. Çünkü makalenin bulguları Türkiye için önemli ve üzerinde çalışılması gereken bir alanın varlığına işaret ediyor. Özellikle Türkiye’ye ilişkin değerlendirmelerin makalenin yazarları ile görüşülerek tartışılmasının önemli faydaları olabilir.