Her sabah başlayan mesainin ilk dakikalarında, kahve makinesi etrafında ya da kahvaltıda toplanan küçük gruplar… Öğle yemeğinde fısıltıyla paylaşılan sözde gizli bilgiler… Asansörde geçen kısa konuşmalar… Servislerde kulaktan kulağa yayılan hayal gücünü zorlayan senaryolar…
Size de tanıdık geldi mi? Kurumsal dünyanın bu alışıldık sahneleri, aslında şirketleri içten içe kemiren ciddi bir sorunun göstergeleri.
Dedikodu, çoğumuzun “zararsız bir sohbet” olarak gördüğü, hatta bazen “stres atma yöntemi” olarak savunduğu bir iletişim biçimi. Ancak araştırmalar, görünüşte masum bu aktivitenin kurumsal yaşama verdiği zararın sandığımızdan çok daha büyük olduğunu gösteriyor. Yoğun dedikodu ortamında çalışanların verimliliği yüzde 40’a varan oranlarda düşüyor.
Sadece bu da değil. Dedikodu, kurumsal kültürü tahrip ediyor. Bu, güven ortamının yok olmasına, ekip ruhunun zedelenmesine, mobbing vakalarında artışa ve şirket içinde profesyonel ilişkilerin bozulmasına yol açıyor.
Neden bu kadar çok dedikodu?
Uzmanlar, bunun temelinde belirsizlikle baş etme çabasının yattığını söylüyor. Özellikle şeffaflığın az olduğu kurumlarda çalışanlar, bilgi açığını dedikodu yoluyla kapatmaya çalışıyor.
Dedikodu doymayan bir canavar gibi. Yönetimsel hatalar ve kurumsal yapı sorunlarından besleniyor. Şeffaflık eksikliği, iletişim yetersizliği, adaletsiz uygulamalar ve belirsiz kariyer yolları en önemli nedenler arasında. Bununla birlikte, aşırı hiyerarşik organizasyon yapısı, iletişim kanallarının tıkanıklığı, ödül-ceza sistemlerinin şeffaf olmaması işi daha da vahim hale getiriyor.
Ancak sorun şu ki, dedikodu yoluyla edinilen bilgiler çoğunlukla yanlış ya da eksik oluyor. Bu durum, kurumda daha büyük bir belirsizlik ortamı yaratıyor ve kısır bir döngü başlıyor. Çalışanlar daha çok dedikodu yapıyor, yanlış bilgiler daha çok yayılıyor ve kurum kültürü (ve çalışanlar) giderek zehirleniyor. Toksik bir kurum kültürü tüm şirketi ele geçiriyor.
Dedikodunun kurumsal maliyeti sadece verimlilik kaybıyla da sınırlı değil. İş Sağlığı Enstitüsü’nün araştırmasına göre, yoğun dedikodu ortamında çalışanlarda stres ve anksiyete oranları üç kat daha fazla. Ayrıca, bu ortamlarda özgüven kaybı yaygınlaşıyor ve tükenmişlik sendromu vakaları artıyor.
Dahası, yetenekli çalışanların işten ayrılma nedenleri arasında toksik kurum kültürü ilk sıralarda yer alıyor.
Peki, çözüm?
Unutulmamalı ki dedikodu, aslında daha derin kurumsal sorunların bir belirtisi. Tıpkı ateş gibi, vücuttaki enfeksiyonu işaret eden bir semptom. Ateşi düşürmek nasıl ki hastalığı tedavi etmiyorsa, dedikodunun önüne sadece yasaklarla ve baskıyla geçmeye çalışmak da sorunu çözmüyor. Her dedikodu, aslında çözülmemiş bir iletişim sorununun göstergesi.
Uzmanlar, öncelikle yöneticilerin şeffaf iletişim politikaları geliştirmesi gerektiğini vurguluyor. Düzenli bilgilendirme toplantıları, açık kapı politikası ve etkin geri bildirim mekanizmaları dedikodunun beslendiği belirsizlik ortamını ortadan kaldırıyor. Burada samimi adımların atılması zorunlu. Çalışanlar sahte, yapay ve etkisiz uygulamaları hemen anlıyor.
Dedikodunun olmadığı bir iş ortamı düşünülemez. Bir yere kadar da faydası çok. Ama, dedikodu kültürünün tek hâkim olduğu bir kurumda da hiçbir stratejinin başarıya ulaşma şansı yok. Bunun için en tepeden başlayarak yöneticilere büyük sorumluluk düşüyor.
Özetle, şeffaflık, adalet, liyakat ve açık iletişim kültürü dedikodunun panzehiri. Yarının başarılı kurumları da dedikodunun değil, bunların hâkim olduğu yerler olacak.